Terapistim Ölmemi İstiyor

“Belki de dünya sensiz çok daha iyi bir durumda olurdu.”

Bunlar terapistimden duymayı hiç beklemediğim sözlerdi. Bu zamana kadar karakterimde pek çok kusur olsa da hep yanımda olmuştu. Anlık intihar düşünceleri kafama esiyordu, ama buna sahiden teşebbüs ettiğim hiç olmamıştı. Bu düşüncelerimi Dr. Covenwood ile paylaşabilmek büyük rahatlıktı benim için, kadife gibi sesiyle adeta insanın içini rahatlatıyordu. Karşılıklı bir etkileşim olduğunu hiç hissetmedim.

“Ne?” diye sordum şaşkınlıkla.

Masasına doğru geldi ve benimle ilgili notlar aldığı küçük el defterini çıkardı.

“İnsanlar seni anlamıyor, Jack. Sen gerçekten özelsin. Bırak o insanlar cahilliklerinde yaşasın. Senin için çok daha iyi bir yer var. Yoluna bakmanın tam zamanı.”

Bir broşürde yazan sözler gibiydi. “Öteki Dünya” güzel, cazibeli ve cenneti bile utandıran ve mutlu bir topluluğa sahip olan ölümden sonraki yaşamın cenneti gibiydi. En azından resimler ve açıklamalar öyle görünmesini sağladı. Afallamıştım ama merakım da artmıştı.

“Bu da ne?” diye sordum.

“Bu senin çıkış yolun. Endişe ve korku olmadan gönül rahatlığıyla yaşayabileceğin bir yer burası.”

Çekmecesinden bir zarf çıkarıp bana verdi. İçinde ucu sivri, gümüşten bir aygıt vardı.

“Bu gece git Jack. Gitmek için de bunu kullan. Geçit açılacak ve sen de öteki dünyaya seyahat edeceksin. Bana güven. Bu senin için en iyisi.”

Dr. Covenwood’u hiç bu kadar ciddi görmemiştim. Kuşkusuz dağılmış ruhum ve yıllar içinde geliştirdiğimiz yoğun güven arasında, onunla aramızda tarif edemeyeceğim bir bağ vardı. Yapmamı istediği neyi söylese, sorgusuz sualsiz yerine getirirdim. Bana ölmem için en yakın köprüden atlamamı söylese kuşkusuz dediğini ikiletmeden yapardım. Çökmüş bir adamdım.

“Peki… Öyle diyorsan.”

İkimizin ağzından da tek kelime çıkmamıştı. Gitmemi işaret etti ve sonra duvara dönük olan sandalyesine oturdu. Bu konuşmamızın beni sarsmadığını söylesem yalan olurdu ama hala onunla hemfikirdim, hayatım onun ellerine emanetti. Detaylıca düşünebilmek uzun yıllardan beri sahip olamadığım bir lükstü benim için.

***

O gece, adeta bir zombi gibi sersem bir halle hazırlanmaya başladım. Aileme uygun, belirsiz, veda mesajları gönderdim ve kedim Harvey’i bölgedeki sokak hayvanlarıyla özgürce dolaşması için dışarıya saldım. Gümüşten, sivri uçlu aygıtla yatak odama gittim, ışığı kapattım, yatağıma uzandım ve oraya gittim.

Size bunun ayrıntılarını vermeyeceğim. Sadece iç açıcı bir şey olmadığını bilmeniz yeterli.

Orada ılık bir havuzdayken, ebedi uykumu beklerken, bir şey fark ettim. Görüşüm bulanıklaşmaya başlamıştı ama yatağın ucunda bir şey olduğunu görebiliyordum. Karanlıkta gizlenmiş bir adamdı; görünmeyen bir fırçayla odaya boyanmış gölgeli bir heykel gibiydi adeta. Ay ışığı formunun ana hatlarını çizdi ve bazı özelliklerine bir göz atmamı istedi. Saçları griydi, bakıldığında elli yaşlarında biri olarak görünüyordu. Üstünde değerli bir profesörün dolabında görebileceğiniz bir takım elbise vardı. Yüzünde ağzı kulaklarına varırcasına tuhaf bir gülümseme beliriyordu. Ölümün eşiğindeyken hala korkuyordum; bu adamın varlığıyla sarsılmıştım.

Acınası halimle o an hissettiğim tek şey göğsümdeki darbe olmuştu. Kafasını bana doğru çevirdiğinde ve ağzını olabildiğince devasa biçimde açtığında adamın can çekişmesini izlemeye mecbur edilmiştim. Gözlerinden ve ağzından tavana beyaz bir ışık yayıldı. Öyle bir ışıktı ki, patlama etkisi yarattı ve bu patlama çatıyı yerle bir etmişti, gökyüzünde adeta bir delik açmıştı. Etrafımızdaki evler bu durumdan sarsılmıştı, sonrasında ise birden bire bulunduğum ortam değişti. Bu sefer yatağımda değildim. Artık beyaz bir odadaydım, kendime verdiğim zararlardan kurtulmuştum.

Kendimi ve çevremi baştan aşağıya, etraflıca inceledim. Beyaz bir masa ve masanın arkasında birbirine karşılıklı olan iki kapı vardı. Karşımda duran ise o adamdı, kafası hala yana doğru dönüktü. Işık şimdi dağılmıştı. Bir iki dakika sonra, bakışlarını benimkiyle buluşturmak için eğildi ve gülümsedi.

“Seni korkuttuysam özür dilerim. Bu, geçişin için gerekli bir adımdı. Otur lütfen.”

Oturmam için eliyle işaret etti. Zorundaydım ama dikkatlice bu durumu sürdürdüm. Karşıma oturdu.

“Niteliklerini belirlemek için buradayız. Normalde, fani biri Öbür Dünya’nın özel cihazıyla öldürüldüğünde bu süreçte yollarına sorunsuz devam edebilir. Fakat, o kişi bunu kasten ve isteyerek yapıyorsa süreci tamamlayabilmesi için bir muhakeme gerekir. Anlaşıldı mı?”

Şaşkına dönmüştüm. Dr. Covenwood doğru söylüyordu. Öbür Dünya gerçekti, özel cihaz dedikleri o sivri uçlu gümüş alet olmalıydı. Orada iyi şartlarda bir varlığım olması umuduyla yerimi almaya hazırdım. Kafa sallayarak onayladım.

“Güzel. Başlayabiliriz.”

Boş bir kağıt ve kalem uzattı.

“Dürüst bir şekilde cevapla. Yalan söylersen kağıt bunu anlar.”

Şaşkınlığımla beraber sayfadaki sorular belirdi. Cevabı yazardım, mürekkep uçardı ve bir sonraki soru önüme gelirdi. Bazıları normaldi, sıradan ve kişisel sorulardı, diğerleri ise eylemlerimi, “seçecek olsanız, derinizin mi ruhunuzun mu alınmasını tercih ederdiniz?” gibi son derece garip senaryolarla sorguluyordu. Yeterince çalışmadan girdiğim bir sınavmış gibi hissettim. Soruların hepsini cevapladıktan sonra kağıdı geri verdim. Modası geçmiş bir gözlük taktı ve sanki yazılanlar hala oradaymış gibi kağıdı inceledi.

“Ah canım. Bu hiç iyi değil. Hiç hem de.”

Ona doğru baktım, kafam allak bullak olmuştu.

“Sorun nedir?” diye sordum.

“Elizabeth Covenwood’un tavsiyesiyle mi bunu yaptın?”

“Evet,” dedim, “Bir sorun mu var?”

“Peki, Dr. Covenwood yakın zamanda kutsal kurallarımızdan birini ihlal ettiği için radarımıza girdi. O bir toplayıcı.”

Kafam karışmıştı.

“Toplayıcı mı?”

“Evet. Pek çok hastasını acılarını dindirmek maksadıyla öbür dünyaya gönderdi. Toplayıcılar genellikle doğuştan art niyetlilerdir; masum insanları özel cihazımızla öldürmek ve bunun sonucunda çıkan enerjiden beslenmek gibi. O farklı. Niyeti ahlaki açıdan sağlam biridir, ancak davranışları hala bizim davranış kurallarımızla çelişiyor. Hatta bu yerle ilgili ayrıcalıklı bilgileri açığa çıkaran, yaptırım uygulanmamış, basılı materyalleri dolaştıracak kadar ileri gitti, eminim fark etmişsinizdir.”

“Bu ne demek oluyor?” diye sordum.

Adam sorularımdan bunaldığını belirterek hayal kırıklığıyla bana bakış attı.

“Maalesef, dünyadan ayrılmanızın kendine özgü koşulları göz önüne alındığında, Öbür Dünya’da ikamet etmeye hakkınız yok. Bunun yerine artık diğer dünyada kalacaksınız.”

Diğer dünya mı? Orası neresi? İyi olacak mıyım?”

Adam ne bir cevap verdi, ne de teselli etti. Birkaç saniye içinde bilinmeyen bir güçle koltuğumdan kaldırıldım ve masanın yüzeyine tutturuldum. Adam sandalyesinden kalktı ve ceketinin içinden tuhaf görünümlü bir hançer çıkardı. Kurtulmaya çalıştım ama bunun bana bir faydası yoktu. Hançerin keskin ucunu vücudumda nazikçe gezdirdi, göğsümde, kalbimin hemen altında bir X harfi oluşturdu. Bir anda tekrar kaldırıldım ve sonra odanın sağ tarafındaki kapıya itildim. Kapı ardımdan hızla kapandı.

Geriye doğru baktım fakat kapı yok olmuştu. Etrafıma göz gezdirdiğimde, sonsuz siyah bir boşlukta olduğumu fark ettim. Karanlıkta biraz olsun ışık bulabilmek umuduyla çaresizce koşturdum. Bu çabam verimsizdi. Nereye gitsem aynı yerde gibiydim. Manzarayı bölen tek şey, ara sıra gözümün köşesindeki gölgeydi, arkamdaki tuvalden biraz daha koyuydu. Onu kendi görüş alanımda yakalamaya çalışıyordum ama çok hızlıydı. Farkına varmadan, tekrar sabitlendim, altımdaki yere serildim.

Tepemde bazı gölge figürler belirdi. Onlarla beraber sesler de duymaya başladım. Karanlıktan üç farklı tonda fısıltılar geliyordu.

FISILTI 1: Diğerlerinden farklı bu.

FISILTI 2: Bunu herkes için söylüyorsun.

FISILTI 3: Ama hepsi farklı.

FISILTI 3: Bundan ne çıkaralım?

FISILTI 2: İnceleme bitince parçalayıcıyı hazırlayacağım.

FISILTI 3: Neden bununla uğraşıyoruz ki? Burada ölemezler. Bu yalnızca bir işkence.

FISILTI 2: Eğitimini unutma. Acı, sonraki dünyaya güç veren enerjidir. Bu yaratıkları incelemek karşılığında yaptığımız bir ödemedir.

FISILTI 3: Sanırım bu mantıklı.

FISILTI 1: İlk kesiği kim açmak ister?

FISILTI 3: Ben açabilir miyim, Overseer? İlk deneyimim olacak.

FISILTI 1: Kaydırırsan, formu çok erken bozulacak ve yeniden oluşması için bin yıl beklememiz gerekecek.

FISILTI 2: O zaman bu tür bir varlığın ne deneyimleyeceğini kavrayamıyorum bile.

FISILTI 3: Riskin farkındayım. Sanırım buna hazırım.

FISILTI 1: Harika. Başlayabilirsin.

Gölgelerden biri bana doğru geldi. Ciğerlerim parçalanırcasına çığlık attım. Tamamen korku hissi beni ele geçirmişti. Artık ölmeyi diliyordum. Gümüş metali bedenime ittirdiğimde kaydolduğum şey bu değildi. Dr. Covenwood’un bana vadettiği güzel dilekleriyle adeta kör olmuştum. Hala daha bu hayatın üzüntümü hafifleteceğini umuyordum. Beni dünyadaki düşüncelerden, anılardan uzak tutabilecek huzurlu bir var oluş olacağını sanıyordum. Burası sandığımdan daha çok kötü niyetli bir yerdi. Bilmek istemediğim bir gerçekti bu.

Gölge benimle iletişime geçmeden önce derin ve rüya görmediğim bir uykuya daldım.

***

Ürkek sesler odayı kaplamıştı.

“Çok fazla kan kaybediyor.”

Bir süreliğine bilincimi kaybetmiştim.

“Palaları almalı mıyız?”

Görüşüm belirsizleşmişti. Etrafımda birşeyler vardı ama ne olduklarını çıkaramadım.

“Geri döndü! Devam etmeliyiz!”

Daha fazla dayanamadım. Artık direnmemek ve uykuya dalmaktan başka bir seçeneğim yoktu.

***

İyi aydınlatılmış bir odadaydım. Etraf dönüyordu ama sonunda durarak dekorasyonu ortaya çıkardı. Bir hastane odasıydı bu. Şöyle bir göz gezdirdim. Bandajlarla sarılı olduğumu, vücudumun Dr. Covenwood’un bana verdiği aygıtın sivri ucuyla çizdiğim işaretlerle kaplı olduğumu gördüm. Bir şekilde hayatta olduğum belliydi.

Bütün bunlar rüya mıydı?

Bir hemşire beni selamlamaya geldi.

“Harika! Uyanmışsınız. Çok şanslı bir adamsınız. Dün gece sizi neredeyse kaybediyorduk. Hastanemizde dünya çapında en iyi doktorların bulunması ne de güzel bir şey.”

Tebessüm ettim.

“Soracağım şey size garip gelebilir ama, lütfen söyleyin… Yaşıyorum, değil mi? Ben… öteki dünyada değilim, değil mi?”

Bu sorum karşısında kıkırdadı.

“Elbette öyle bir şey yok. Yaralarınızdan kurtuldunuz, ama zar zor. Bu demek oluyor ki bir süre daha burada kalacaksınız.”

Gülümsedi fakat sonra endişeyle baktı.

“Bunu sormak benim haddime değil, siz de istemiyorsanız cevaplamayabilirsiniz ama, galiba sormak zorundayım. Yaralarınız bu tür vakalarda sık rastlanıldığı gibi aralıklı fakat kontrolsüz oluşmuş.  Demem o ki…”

Duraksadı.

“Evet?” diye sordum.

Sorusuna devam etmeden önce iç çekti.

“Kesinlikle buna burnumu sokmamalıyım ama göğsünüze niçin bir X harfi oydunuz?”

O an her şeyi hatırlamış olmanın etkisiyle gülümsedim. İntiharımı güzel ve fantastik bir senaryoyla süslemiştim. Suçsuz terapistimi olayın merkezine sürükleyen bir senaryo ile. Dr. Covenwood’un ölmemi istediği falan yoktu, asla da olmaz. O iyi biri. Ama ben değilim.

Tabii bir şey daha var. Her şey bir senaryoydu ama o gittiğim yer değil. Sanırım orada yaşadıklarım gerçekti.

Not: Hikaye yabancı kaynaklardan alınmıştır. Çeviri, takipçilerimden Feyza Tevetoğlu’na aittir.

YouTube kanalıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
Cem’den Dinle YouTube

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: