Bir kaç yıl önce, kendi mahallemdeki hastanenin hasta bakım biriminde hemşire olarak çalıştım. Kafası hala zehir gibi olan, soluk mavi gözlü yaşlı bir kadın vardı ve sosyalleşip yeni arkadaşlar edinmeye hevesliydi, bu da tesisin bu kanadında yaşayanların çoğundan onu ayıran bir özellikti. Bu sebeple kadın ve ben kısa zamanda yakınlaştık. Adı Yana’ydı ve öldüğünden beri her geçen gün onu özlüyorum. Yana ile ilgili en tuhaf şey onun Doğu Avrupa aksanı ya da geçmişiyle ilgili konuşma isteksizliği değildi. Hayır, beni en çok etkileyen şey, kötü bir şekilde sakatlanmış, kör ve dilsiz tuhaf bir genç adamın onu her gün ziyaret etmesiydi. Elleri biçimsizdi, görünen o ki her bir parmağı eklemlerine kadar aşınmıştı. Her akşam, akşam yemeğinden sonra, onu ziyaret eder ve beraber otururlardı. Yana ona kitap okurdu, bazen de zayıf ve yaşlı sesiyle şarkı söylerdi. Bazen sadece el ele sessizce otururlardı. Sonunda bu adam hakkında soru sorma cesaretimi topladım ve ilginç bir şekilde bana hikâyeyi anlatmayı kabul etti:
‘’Babam 1964’te öldükten sonra kız kardeşim ve ben aile üyelerinden hayatta kalan tek kişilerdik. Eski ülkem için oldukça zor zamanlardı. Babam o kadar hastalanmıştı ki, onu rahat ettirmek ve yiyecek israf etmemek için en sonunda aç kalmasına izin vermek zorunda kaldık çünkü ölümü kaçınılmazdı. Tüm bunlar olmadan önce kız kardeşim aklını yavaş yavaş kaybetmekteydi, babamızı toprağa verdiğimizden beri kendi içinde bambaşka bir yere gitmişti. Bunu onun gözlerinin içinde görebiliyordum. Kargaları hatırlıyorum, pıhtı gibi hareketli karartılar sık gruplar halinde tünemiş, mezarlıkta mezar taşlarının üstünde bizi izliyorlardı. Babamı gömmek için hızlandık çünkü kargalar da bizim kadar açtı.
Kız kardeşim sokaklarda dilenmeye başladı. Bazen şehrin yakınlarında dilenmenin daha kârlı olacağını umduğu yerlere götürülme karşılığında araç sahiplerine seks teklif ediyordu. Bu korkunç zamanlarda bir oğlandan hamile kaldı. O, kız kardeşimin hayatının o günlerinde tanıdığı tek adamdı ve tam bir piçti. Çocukla ilgilenmedi ve ortadan kayboldu. Çocuk sağlıklı, mutlu ve kalbimi kıran canlı bir ruh ile doğdu çünkü genç çocuğun gözlerinin yakın zamanda benim ve kız kardeşiminki gibi canlılığını kaybedeceğini biliyordum. Doğduğu gün bile onun güzel, neşeli masumiyetinin çok süremeyeceğine emindim.
Kız kardeşim yapması gerektiğinin aksine, oğlunu umursamadı. Çocuğun kirli bezini bile değiştirmeyip bu işi bana bıraktı ve ağlayarak tüm evi inletmesine rağmen beslemeyi reddetti. En sonunda onu da dilenmeye götürmeye başladı, çocuğu yabancıların şefkatini sömürmek için araç olarak kullanıyordu. Ancak işler istediği gibi gitmiyordu. Çocuk fazla sağlıklı gözüktüğü için insanlara yeterince inandırıcı gelmediği ve yeterli parayı toplayamadığı için şikâyet ediyordu. Vasily’ye karşı yaptığı son zalimlikten sonra onu asla affetmedim. Evet, kardeşimden hayır gelmeyince bu ismi bebeğe ben koymuştum.
Sabahtı. Havayı koklamak için bahçemize yürüyordum. O sırada bebeğin yerde hareketsiz bir şekilde yattığını ve tamamen ölü gibi gözüktüğünü fark ettim. Kendi kanına bulanmış gibiydi. Küçük el ve ayak parmakları soğuktan donduğu için siyahtı; kardeşim onu beşiğe yatırdığında hiçbir şeyle kundaklamamıştı. Gördüklerim korkunçtu. En az bizim kadar aç olan kargalar onun güzel gözlerini ve dilini canlı canlı yemişti. Yanaklarıma süzülen gözyaşlarımla onu hemen kaldırdım, öldüğünü düşünüyordum. Göğsümde hareket edince kurtarılabileceğini anladım.
Kasabanın tek doktorunun evine telaşla gitmeden önce onu sıcak bir şekilde kundaklayabildiğim kadar sardım ve bir şeyler yedirdim. Neredeyse kapıyı yumruğumla indiriyordum. Doktor sabahın erken saatleri olduğu için uykulu gözlerle cevap verdi. Kardeşimden saklayabildiğim annemden kalan yadigâr mücevherlerle ödeme yaptım. Yaklaşık bir saat sonra doktor, Vasily’nin yaşayacağını söyledi ve onu günün geri kalanında gözlem altında tutmasına izni olup olmadığını sordu. Benim için meşgul bir gün olacağı için kabul ettim. Gerçekten de öyleydi. Akşama doğru kız kardeşimin kafasını sobamızdaki dökme demir tava ile düzleştirilmiş bir hamur haline getirmiştim. Evi terk etmek için bir tren bileti aldım ve Vasily’ye hala sahip olabileceği en iyi hayatı verebilmek için yeni planlar yaptım.
Vasily. O artık benim oğlum. Olanların hiçbirini tabii ki bilmiyor. Ona sadece kurtarılması güç bir durumdayken evlat edindiğimi söyledim. Doğduğunda yüzünde gördüğüm o mucizevi iyimserlik, bugüne kadar kalbinin içinde varlığını sürdürüyor. Kardeşim içindeki fesatlığı bir süreliğine zapt etmeyi başardı. Ve şimdi neredeyse 50 yıl sonra, o hala yaşlı annesini her gün ziyarete geliyor.’’
Hikâyesini bitirdiğinde gözleri gururla parlıyordu ve daha fazla bir şey söylemedi. Ve haklıydı, Vasily onu çok sevdi. Yüzündeki yaraları da umursamıyordu. Hiç kimse ona bakmamasına rağmen her zaman hoş bir şekilde gülümsüyordu. Yana ölene kadar Vasily, her gün onu ziyaret etti ve Yana öldüğünde elini o tutuyordu. Hastane personeli ile olan etkileşimlerinden konuşulan İngilizce’yi anladığını biliyordum ve bu yüzden Yana’nın cenazesinde ona annesinin bir arkadaşı olduğumu söyledim. Ona tanıştığım en inanılmaz, en harika kadın olduğundan bahsettim. Üzgün, minnettar gülümsemesi derinleşti ve başını salladı. Yanıtıysa işaret diliyle geldi.
“Evet, öyleydi Yana.”
Not: Hikaye yabancı kaynaklardan alınmıştır. Çeviri, takipçilerimden Sametoow’a aittir.
YouTube kanalıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
Cem’den Dinle YouTube
Bir Cevap Yazın