NOT: Oylama tamamlandı. Sonuçları görmek istiyorsan aşağıdaki yazının en sonuna bakabilirsin.
Bu hikayenin kahramanı Dr. Forrester. Dr. Forrester içinde bulunduğu camiada tanınmış, saygın biri. Tarih ve psikoloji alanında kısa bir akademik kariyer yaptı. İngiltere’nin birkaç önemli üniversitesinde görev aldı. Ardından akademik kariyerini geride bırakıp psikolojik danışmanlık yapmaya başladı ancak araştırmaya olan ilgisini hiçbir zaman bir kenara atmadı. Özellikle bilinmeyen, gizemli şeylere karşı ayrı bir tutkusu vardı. Bununla alakalı kitaplar okur, gazeteci arkadaşlarından İngiltere’de meydana gelen olaylarla alakalı detaylı bilgiler alır, onlar üzerine kafa yorardı. Ama bununla yetinemeyeceğini anlamıştı. İçindeki tutku çok daha büyüktü. Tek başına bir şeylerin peşine takılmalıydı. Bu yüzden son sekiz yıldır dünya üzerinde garip olaylar yaşanan, gizemli yerleri araştırmakla meşguldü. Sır dolu birçok olayı bizzat yerinde inceleyip gizemlerini çözmeyi başardı. Yaşadığı tecrübeleri anlattığı kitapları dünya çapında yüzbinlerce sattı. Kısacası hayaletli malikanelerde, karanlık zindanlarda ve ürkütücü şatolarda geçen macera dolu olduğu kadar riskli de bir hayatı var. Açıklanamayan tuhaf olayların sır perdelerini aralamak artık onun vazgeçilmez bir parçası.
Ve şu andan itibaren Dr. Forrester sensin.
Londra, İngiltere
Serin bir ekim sonu. Ofisindeki hafif hafif çatırdayan şöminenin yanında, çalışma masanın önündeki koltuğunda oturuyorsun. Son romanınla meşgulsün. Bir haftadır ilk defa bir şeyler karalıyorsun. Bir yıl kadar önce Mısır’daki gizli bir mezarda yaşadıklarını anlattığın notlarını toparlıyorsun. O sırada dışarıdan bir ses geliyor ve kapın çalıyor. Biri dışarıdan ismini söyleyip içeri girmek için izin istiyor.
Bu yardımcın Peter’in sesi. Dışarı sesleniyor ve gelmesini söylüyorsun. İçeri gelen genç adam sana bir mektup veriyor ve ardından dışarı çıkıyor.
Mektubu eline alıp zarfa bakıyorsun. Üzerinde bir isim var: Derrick Powell. Altına bakınca İskoçya’dan geldiğini görüyorsun. Gönderen kişi tanıdığın biri değil. Meraklanıyor ve mektubu açıyorsun. Ardından okumaya başlıyorsun.
“Merhaba Dr. Forrester.
Adım Derrick Powell. İskoçya’da yerel bir gazeteciyim. Sizi yakından takip ediyorum. Araştırmalarınızın ve kitaplarınızın çoğunu okudum. Yaşadıklarınız oldukça ilgimi çekiyor. Size hayran olduğumu söyleyebilirim. Araştırdığınız ve çözüme kavuşturduğunuz olaylar gerçekten büyüleyici.
Aslında mektubu da bu sebeple yazıyorum. İlginizi çekebileceğini düşündüğüm bir olay var çünkü. Edinburgh şehrinin biraz dışında bir kasabada yaşıyorum. Ve inanın, burada oldukça garip şeyler yaşanıyor.
Kasabanın biraz dışında çok uzun süre önce faaliyetleri durmuş, eski bir yetimhane var. Yetimhanenin kapandığı yıllardan beri aralıklarla açıklanamayan bazı olaylar yaşıyoruz. Ve onca yıldır kimse neler olduğunu çözemedi. Ben konuyu canlı tutup araştırmaya çalıştım ama yetersiz kaldım. Son günlerde olaylar daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Daha fazla ayrıntıyı mektupta yazma şansım yok. Eğer konuyla ilgilenirseniz beni aramanız yeterli, aşağıda numaramı iletiyorum. Eminim çok meşgulsünüzdür ancak bana sizden başka yardım edebilecek biri yok Dr. Forrester. Umarım yazdıklarım ilginizi çekmiştir.
Saygılarımla,
Derrick Powell”
Mektubu okumayı bitirince geriye yaslanıyorsun. Garip hissediyorsun. Evet, kitabını yazmakla meşgulsün bu aralar. Ve yazmalısın da. Ancak bir yıldır karşına ilgini çekebilecek bir olay çıkmamıştı. O yüzden okudukların seni heyecanlandırdı. Yeniden gizem çözmeye dönme hissi tüm hücrelerine yayıldı. Tuhaf olaylar yaşanan eski bir yetimhane. Tam sana göre bir macera bu.
Biraz düşündükten sonra olayı araştırmaya karar veriyorsun. İnternetten üç gün sonrası için Londra’dan Edinburgh’a bir uçak bileti satın alıyorsun. Ardından mektuptaki numarayı arayıp Derrick’e olayı araştırmayı kabul ettiğini ve geleceğini söylüyorsun. Derrick’in sesi heyecandan titriyor. Senin kabul ettiğini duyunca iyice heyecanlanıyor. Adamın yerinden çıkacakmış gibi atan kalbinin sesini neredeyse telefondan duyacaksın. Derrick kasabaya yakın bir otelde rezervasyon yaptıracağını ve seni havaalanından alacağını söylüyor. Teşekkür edip telefonu kapatıyorsun. Şöminenin tatlı ısısı eşliğinde hafif keyifli bir şekilde kitabını yazmaya devam ediyorsun.
ÜÇ GÜN SONRA…
Edinburgh, İskoçya
Yaklaşık bir buçuk saatlik uçuşun ardından Edinburgh havalimanına iniyorsun. Bavulunla birlikte dışarı çıkıyorsun. İleride bir kalabalık var. Yolcuları karşılamak için bekleyen insanlar bunlar. Gözlerin birini arıyor. Kısa süre sonra aradığını buluyorsun. Uzakta üzerinde Dr. Forrester yazan bir kağıdı tutan bir adam fark ediyorsun. Bu Bay Powell olmalı. Sen yanına yaklaşırken o sana bakıp gülümsüyor. Daha sonra el sıkışıyorsunuz.
“Tanıştığıma memnun oldum Dr. Forrester. Ben Derrick Powell. İskoçya’ya hoş geldiniz. Umarım rahat bir uçuş olmuştur. Durun size yardım edeyim.” Adam bavulunu almak için elini uzatıyor.
Derrick’in bu sıcak karşılaması seni de gülümsetiyor. “Ben de memnun oldum Bay Powell. Kısa ve rahat bir uçuş oldu. Teşekkür ederim. Bavulu ben hallederim.”
“Lütfen bana Derrick deyin.” diyor adam. “Aracım hemen şurada. Gidebiliriz.” Daha sonra arabaya binip havalimanını terk ediyorsunuz.
Havalimanı yolundan çıkıp önce Edinburgh şehir merkezine geçiyor, oradan da mevsim gereği iyice sararmış İskoçya’ya has doğal güzelliklerin arasından Edinburgh’un dışına çıkıyorsunuz. Olayı çözdükten sonra çok güzel ve şirin bir kent olan Edinburgh’un tadını çıkarma hayalleri kuruyorsun.
Kasabaya doğru yolculuğunuz devam ederken Edinburgh ve İskoçya hakkında sohbet ediyorsunuz. Derrick seni yakından takip ettiğini ve burada olduğun için çok mutlu olduğunu dile getiriyor. Sen de dışarıda ince ince yağmur yağarken camdan manzarayı izliyorsun.
Bir süre sonra Derrick kasabaya yaklaştığınızı söylüyor. “Kısa mesafe de olsa uçak yolculuğu yorucudur. Şimdi sizi otelinize bırakacağım. Biraz dinlenip üzerinizi değiştirirsiniz. Akşam yemeği için tekrar uğrayıp sizi alacağım. Hem bir şeyler yeriz hem de olayın detaylarını anlatırım size.”
Adama bakıp “Harika bir fikir.” diyorsun.
“Saat sekiz uygun mu?” diye soruyor Derrick gülümseyerek. Aynı şekilde karşılık verip evet anlamında başını sallıyorsun.
On dakika sonra otele geliyorsunuz. Derrick sana yardım ettikten sonra otelden ayrılıyor. Sen de birkaç gün kalacağını düşündüğün odana yerleşiyor ve dinlenip akşam yemeğini beklemeye başlıyorsun.
Aradan geçen birkaç saati kitap okuyarak ve pencereden otelin karşısındaki ormanı izleyerek geçiriyorsun. Karanlık çöküyor. Akşam yemeği için temiz kıyafetler giyiyorsun. O sırada Derrick’in aracı otele yanaşıyor. Otelin kapısında buluşuyorsunuz. Selamlaştıktan sonra araca binip yola koyuluyorsunuz.
Kısa bir süre sonra kasabadaki küçük ama zarif bir restoranda otururken buluyorsun kendini. İçerisi çok zevkli bir dekorasyona sahip. Ortam hoşuna gidiyor. Garsonun getirdiği menüden yemeklerinizi seçip sipariş ediyorsunuz. Sen güzel bir İskoç Somonu söylerken, Derrick yerel sebzelerle pişirilen bir et yemeği tercih ediyor. Ve ikiniz için de tabii ki şarap.
Garson masadan ayrılınca Derrick sana dönüp konuşmaya başlıyor. “Ah, Dr. Forrester. Burada olduğunuza gerçekten inanamıyorum. Mektubuma cevap bile vermeyeceğinizi düşünmüştüm aslında. Ama buradasınız.” Adamın gülümseyen yüzü birden soluyor. “Her şey çok tuhaf ve anlaşılması zor. Burada Yaşananlar gerçekten… inanması güç. Artık kendimiz baş edemeyeceğimizi anladık. Bize ancak siz yardım edebilirsiniz. Ancak siz neler döndüğünü ortaya çıkarabilirsiniz.”
Bardağındaki sudan bir yudum alıyorsun. “Ayrıntılardan bahsedeceğini söylemiştin. Sabırsızlıkla bekliyorum. Şu yetimhanede olanlar… Tam olarak nedir?”
“Eski yetimhane dersek daha doğru olur.” diyor Derrick. “Uzun yıllardır kullanılmıyor çünkü…. Yani yaşananlardan sonra… Size anlatacağım olaylar yaşandıktan sonra ben de bir araştırma yaptım. Aslında burada yaşayanlar olarak hepimiz yaptık ama… Ben biraz daha fazla yaptım. İşim gereği. Zaten meraklı olan diğerleri kısa süre sonra işin peşini bıraktılar. Neyse, size her şeyi başından anlatmak en iyisi.”
“Yetimhane 1940’lı yıllarda inşa edilip faaliyete geçmiş. En önemli özelliği sadece erkek çocukların bakıldığı bir yer olması. O zaman yakınlarda doğru dürüst bir yerleşim birimi yokmuş. Bina doğayla iç içe oldukça güzel bir arazide konumlanmış. Böylece çocukların daha iyi bir psikoloji ile büyümesi hedeflenmiş. Öyle de olmuş açıkçası. Her şey güzel gidiyormuş. Ta ki 1984 yılına kadar. Bütün olaylar o tarihte başlamış.”
O sırada garson yemeklerinizi ve şaraplarınızı getiriyor. Adama teşekkür edip şarabından bir yudum alıyorsun. “1984’e kadar hiçbir olay yaşanmamış mı yani?”
Derrick etinden bir parça alıyor. “Kayıtlarda o yıllara ait herhangi bir şey yok. Her şey normal. 1984’te ise trajik olaylar start almış. Yetimhanedeki çocuklar arka arkaya kaybolmaya başlamış. Birkaç ay içerisinde sekiz erkek çocuğu ortadan yok olmuş.”
Duydukların seni meraklandırıyor. Derrick anlatmaya devam ediyor.
“Çocuklar kaybolduktan sonra polis geniş çaplı bir soruşturma başlatmış. Ancak onlara ne olduğuyla alakalı en ufak bir iz bulamamışlar. Sadece yetimhanenin yakınlarındaki ormanda çocuklara ait olduklarını düşündükleri birkaç kıyafete rastlamışlar fakat bunlar da onları bir sonuca götürmemiş. Davada ilerleme kaydedilememiş.”
Derrick kısa bir duraklamanın ardından konuşmasını sürdürüyor.
“Trajedi bununla da bitmemiş. Çocukların kaybolmasından bir süre sonra yetimhanede çalışan baş bakıcı kadın intihar etmiş. Yetimhanenin penceresinden aşağıya atlamış. İntihar nedeni bilinmiyor ama depresyona girdiği ve çocukların yokluğuna dayanamadığı tahmin ediliyormuş. Dava dosyası bir süre devam etmiş ama bir şey çıkmamış. Bu süreçte çeşitli dedikodular yayılmış. Kıyafetler ormanda bulunduğu için garip hikayeler uydurulmuş ama hiçbiri kanıtlanamamış veya bu yönde delil bulunamamış. Kaybolmalar ve intihardan sonra yetimhane kapatılmış ve faaliyetleri durmuş. O zamandan beri kullanılmıyor.”
Yüzünde etkilendiğini belli eden bir ifade oluşuyor. “Peki sonra?” diye soruyorsun somonundan yerken. Derrick konuşmaya hevesli bir şekilde devam ediyor.
“Asıl tuhaf olaylar ondan sonra başlamış. Kasabada yaşayanlar yakınlardan geçerken yetimhaneden gelen çocuk sesleri duyduklarını iddia etmişler. Bunu günümüze gelene kadar farklı dönemlerde söyleyenler olmuş. Kasaba halkının bir bölümü çocukların hala orada olduğuna inanmaya başlamışlar. Bu hikayeler İskoçya’nın dışına bile çıkmış. Araştırmak için meraklı birçok kişi gelmiş fakat ya bir şey bulamamışlar ya da araştırma sırasında şahit olduklarını iddia ettikleri olaylar sebebiyle vazgeçmişler. Çocukları gördüklerini söyleyenler bile olmuş. Aslında biraz da bu sebeple size mektup yazdım. Geçtiğimiz hafta biri, ısrarla yetimhanedeki çocuklardan birini gördüğünü iddia etti. Bayan Ann Stanton. Benimle aynı kasabada yaşıyor. Olayı bana anlattı ve duyduklarım size ulaşmam gerektiği hissini kesinleştirdi. Kendisine sizin olayla ilgileneceğinizi söylediğimde çok mutlu oldu. Yarın sizinle görüşmek istiyor. Tabii sizin için uygunsa.”
Şarap boğazından yağ gibi kayıyor. “Kesinlikle uygun. Kendisini dinlemeyi çok isterim.” diyorsun. “Peki 1984’te davanın kapanmasından günümüze kadar olan zaman diliminde insanların dile getirdiği iddiaları polis hiç araştırmadı mı?
Derrick olumsuz anlamda başını sallıyor. “Polis hepsini aptal hayalet hikayeleri olarak değerlendirdi ve ciddiye almadı. O yüzden 1984’ten beri herhangi bir resmi kurum olaya dahil olmadı.” Ardından peçeteye ağzını siliyor. “İstediğiniz zaman kalkabiliriz.”
Sen de ağzını sildikten sonra kalkabileceğinizi söylüyorsun. Hesabı ödedikten sonra restorandan ayrılıyorsunuz. Derrick seni otele bırakıyor ve sabah kahvaltı sonrası buluşmak için sözleşiyorsunuz. Odana çıkıp yatağına yatıyorsun ama uyumak kolay olmuyor. Düşüncelere dalıyorsun. Bugün öğrendiklerin kafanın içini doldurmuş durumda. Kaybolan çocuklar, intihar eden bir bakıcı, çocuklardan birini gördüğünü söyleyen bir kadın ve defalarca benzerlerini dinlediğin hayalet hikayeleri zihninde dönüp duruyor. Her şey çok karmaşık gözüküyor. Yetimhanenin gizemi çözmek için büyük bir heyecan ve iştah duyuyorsun. Bu hislerle bir süre sonra uykuya dalıyorsun.
Sabah oteldeki kahvaltının ardından Derrick’le buluşup Ann Stanton isimli kadının evine doğru yola çıkıyorsun. Kadının yaşadığı yer kasabanın hemen dışı. Ormanlık bir alan yolun iki tarafını sarıyor. Doğanın benzersiz manzarası eşliğinde sonbaharı içine çekiyorsun. İskoçya’nın genleri hücrelerine işliyor.
“Bayan Stanton ile ilgili bana söylemek istediğin önemli bir şey var mı?” diye Derrick’e soruyorsun.
“Kendi halinde bir kadın, öyle öne çıkan bir özelliği yok. Hasta annesiyle birlikte yaşıyor. Yaşadığı olay onu çok etkilemiş. Benimle konuşurken bunu hissettim. Eminim siz de hissedeceksiniz. Size anlatmak için sabırsızlanıyor” diye cevap veriyor adam.
Orman yolundaki kısacık yolculuğu takip eden bir açıklığa geliyorsunuz. Ardından koyu gri taşlardan inşa edilmiş iki katlı bir ev çıkıyor karşınıza. Derrick arabayı taşlık bir alana yanaştırıp park ediyor. Arabayı terk ediyor ve evin dışındaki ahşap basamaklardan çıkıyorsunuz. Derrick kapıyı çalıyor. Kısa süre sonra kapı otuzlarının ortasında olduğunu tahmin ettiğin bir kadın tarafından açılıyor. Kadın seni ve Derrick’i gülümseyerek selamlıyor, ardından sizi içeri davet ediyor. “Siz Dr. Forrester olmalısınız. Ben Ann Stanton. Lütfen içeri buyurun.”
Bu karşılamaya sen de sıcak bir selamla karşılık verip içeri giriyorsun. “Teşekkürler. Tanıştığımıza memnun oldum Bayan Stanton”
Holden geçerek salona geliyorsunuz. Salonu inceliyorsun. Mobilyaların biraz Vintage, biraz da İskoçya’ya özgü dağ evi stilinde olduğunu fark ediyorsun. Odanın öbür ucunda bir pencere var. Pencerenin önünde ise tekerlekli sandalyesinde oturmuş, altmış yaşlarında bir kadın. Derrick’in arabada Bayan Stanton’ın hasta annesi hakkında söylediklerini hatırlıyorsun. Tam onu selamlamaya hazırlanırken Bayan Stanton’un sesini duyuyorsun.
“Annem. Maalesef konuşamıyor, duyma yetisi ve algısı da çok zayıf. Sizi fark etme ihtimali çok düşük, fark etse bile size cevap veremez.”
Derrick ve sen ikili kanepeye otururken kadın annesinden bahsetmenin üzüntüsüyle karşınızdaki koltuğa geçiyor. “Altı yıldır böyle maalesef. Doktorlar hastalığına bir teşhis koyamadılar. Hiç yürüyemiyor, sadece tekerlekli sandalyesini yönlendirebilecek kadar kaslarını kullanabiliyor. Yalnızca bana tepki verebiliyor, o da bir şeyi birkaç defa tekrarlarsam. Yabancılarla hiç iletişimi yok.” Biraz duraksadıktan sonra devam ediyor. “Siz de bir doktorsunuz. Acaba durumundan anlar mısınız?”
Bu beklenmedik soru karşısında şaşırıyorsun. “Aslında sizin bildiğiniz gibi bir doktor sayılmam. Sadece kısa bir süre psikolojik danışmanlık yapmıştım, hepsi bu. Çok ayrı şeyler.”
Kadın hafif utanmış bir şekilde yüzünü buruşturuyor. “Ah, özür dilerim. Ne kadar aptalım. Sizlere alakasız konulardan bahsediyorum. Sonuçta başka bir şey için buradasınız.”
Başını yavaşça sağa sola sallıyorsun. “Hiç önemli değil, Bayan Stanton.” Duvarda asılı duran eski bir fotoğraf dikkatini çekiyor. Ayakta duran orta yaşlı bir kadın, onun önünde de kucağında bebekle oturan genç bir kadın var. Fotoğrafı işaret edip soruyorsun. “Kucağında bebek olan anneniz değil mi? Güzel kadınmış.”
Bayan Stanton’un yüzünde ufak bir gülümseme beliriyor. “Evet, doğru tahmin ettiniz. Ben orada bir yaşındayım. Annem güzel kadındı, çok güzeldi hem de. Orta yaşlı olansa büyükannem. Onu hiç tanıma şansım olmadı. Ben iki yaşımdayken trafik kazasında ölmüş.”
“Babanız?” diye soruyorsun. Kadın hafif mutsuz hafif öfkeli bir tavır takınıyor. “Babamdan hiç bahsetmeyelim. Ben çok küçükken annemle beni başka bir kadın için terk etmiş. Bu evde adını bile anmayız.”
Bayan Stanton’un üzüntüsünü paylaştığını belli eden bir ifade takınıyorsun. “Annenize yardım edemediğim gerçekten için üzgünüm. Neden burada olduğumuza gelirsek… Bay Powell bana geçtiğimiz hafta yaşadığınız garip bir olaydan bahsetti. Bana da başınızdan geçenleri anlatır mısınız?”
“Yetimhane için geldiniz değil mi? diye soruyor kadın. “Bay Powell yaşanan tuhaf olayları araştırdığınızı ve bu konuda uzman olduğunuzu söyledi bana.”
“Bay Powell’ın söylediklerinde doğruluk payı var. Siz neler yaşadınız? Yetimhanenin yakınlarında bir çocuk gördüğünüzü söylemişsiniz.”
Kadın sanki o ana geri dönmüş gibi anlatmaya başlıyor. “Evet, doğru… Günlerdir aklımdan çıkmıyor. O sabah doğada yürüyüşe çıkmıştım. Buraların havası da manzarası da harikadır. Özellikle hem ilk hem de sonbaharda. Ormanlık alana yakın olduğumuz için ayrı bir şansımız var. Ben de bunu değerlendirip her gün yürüyüşe çıkarım. Evimiz yetimhanenin bulunduğu bölgeye çıkan kestirme yollara yakın. O gün o yollardan birini tercih edip ağaçlık alana geçmiştim. Biraz yürümüştüm ki çalılarda bir hışırtı duydum. Ardından da dalların hareket ettiğini fark ettim. Önce küçük bir hayvan olabileceğini düşündüm. Belki ne olduğunu görebilirim diye o yöne doğru ilerledim. Ben yürüdükçe ilerideki çalılar hareket etmeye devam etti. Ben de hızlandım. Bir ağacı arkamda bıraktığım anda ise onu gördüm. Arkası dönük bir erkek çocuğu ileride duruyordu. Kaybolmuş olabileceğini düşündüm ve ona seslendim. Ama çocuk cevap vermedi. Sadece arkasını dönüp bana baktı ve hızla çalıların arasına daldı. Acele ile peşinden koştum. Çalıları geçip hafif açıklık bir alana geldim ama ortada kimse yoktu. Çocuk sanki buhar olup uçmuştu. Bu kadar kısa sürede birinin kaybolması imkansız Dr. Forrester. İşin asıl ürkütücü tarafı ne biliyor musunuz? O açıklık doğruca yetimhaneye giden yola çıkıyor. Bunu herkes bilir.”
Kadının anlattıkları ilgi çekici olsa da olaylara her zaman şüpheci yaklaşmışsındır. “Bu çocuğun yetimhane ile alakası olduğunu nereden çıkardınız peki? Ormanın yakınlarında dolaşan ve sizi görünce korkan sıradan bir çocuktu belki de.”
Kadın olumsuz anlamda kafasını sallıyor. “Yıllardır bu kasabada yaşadığım için yetimhane ile alakalı hikayeleri biraz bilirim Dr. Forrester. Orada bakılan çocuklara o dönemlerde tek tip kıyafet giydirilirmiş. Bir okul üniforması gibi düşünün. Ve çocuğun üzerinde bu üniforma vardı. Bana dönüp baktığında yakasındaki amblemi net biçimde gördüm. Sonradan bunun yetimhanenin simgesi olduğunu hatırladım. Çocuk kesinlikle oraya aitti. Ve doğruca yetimhaneye koşuyordu”
Şaşırmış gibi kadına bakıyorsun. “Yani kısaca çocuklardan birinin hayaletini gördüğünüzü söylüyorsunuz öyle mi? Bu sizce mümkün mü Bayan Stanton?”
“Bakın gördüklerim hayal değildi. Her şey gerçekti. Ne gördüğümü biliyorum. Ve gördüğüm çocuk rüyalarıma giriyor. O yetimhaneye ait Dr. Forrester. Buna eminim.”
“Çocuğu rüyalarınızda mı görüyorsunuz?” diye soruyorsun. Kadın titreyerek anlatmaya devam ediyor. “Hem de her gün. Çocuğu ormanda arkası dönük görüyorum. Yine bana bakıyor ve koşmaya başlıyor. Onu takip ediyorum. Daha sonra bir anda her yer kararıyor. İleride bir merdiven beliriyor ve çocuk yukarı çıkıyor. Ben de peşinden gidiyorum. İki kanatlı mavi bir kapının önüne geliyoruz. Çocuk son bir kez daha bana bakarak kapıdan içeri giriyor. Ben de aynısını yapmak isterken uyanıyorum. Her gün aynı rüya tekrar ediyor. Çocuk hep o mavi kapıdan girdiğinde uyanmış oluyorum.”
Kadın bunları sanki yaşıyormuş gibi içten anlatıyor. Bayan Stanton’ın ürkmüş hali seni etkiliyor ve içine daldığın olaya karşı merakın tırmanıyor.
“Orada bir şey var Dr. Forrester. Ben bunu hissettim. Yıllardır insanların anlattığı hikayeler boşuna değil. O yetimhanede çocukları rahatsız eden bir gizem yatıyor. Gördüğüm zavallı oğlan bize bir şeyler anlatmak istiyor belli ki. Belki de ruhları oraya sıkıştı ve yardım istiyorlar. Onlara yardım edin Dr. Forrester. Lütfen. Orada ne olduğunu öğrenin.”
Son derece etkilenmiş biçimde Derrick’e bakıyorsun. Birlikte ayağa kalkıyorsunuz.
“Bana yaşadıklarınızı anlattığınız için teşekkür ederim Bayan Stanton. Bir şey bulabilir miyim bilmiyorum ama elimden geleni yapacağım. Şimdi gitsek iyi olur. Tekrar tanıştığıma memnun oldum.”
Kadınla vedalaştıktan sonra evden dışarı çıkıyorsunuz. Arabaya oturduğunuzda Derrick’e soruyorsun. “Bu tarz tuhaf şeyler gördüğünü söyleyen başkaları var mı kasabada?”
“Zaman zaman bir şey gördüğünü söyleyenler oluyordu ama hiç uzatıp bulaşmıyorlardı korktukları için. Konu hemen kapanıyor. O sebeple elle tutulur bir şey çıkmıyor. Son bir aydır kasabadan birkaç kişi bazı eşyaların evlerinden kaybolduğunu konuşuyormuş. Bunu söyleyen tek kişi olmayınca bazı fısıltılar dolaştı ortada ama ben konuyu buna bağlamak istemiyorum. Sıradan bir şey muhtemelen. Herkes paranoyak ve gergin bu kasabada. En ufak şeyi bile yıllar önceki olaylara bağlayabiliyorlar” diye cevap veriyor Derrick. “Şimdi ne yapıyoruz?”
Biraz önce çıkardığın deftere Derrick’in son söylediklerini not alırken ona soruyla başlayan bir cevap veriyorsun. “Arazinin ve yetimhanenin sahibi buralarda mı yaşıyor?”
“Evet, arazinin ve binanın sahibi Bay Baldwin. Olaylar yaşandığında yetimhane babasınınmış. Daha sonra ona kalmış. Evi buradan uzak değil.”
Defteri kapatıyorsun. “Kendisiyle görüşmek isterim. Bize anlatacak bir şeyleri vardır herhalde. Hem yetimhaneyi araştırmak için de izin almamız gerekecek.”
Hoşlanmamış bir ifade ile “Bunu pek tavsiye etmem.” diyor Derrick. “Neden?” diye soruyorsun.
“Açıkçası bizi hoş karşılamayacaktır. Yetimhanedeki olaylar yaşandığından beri önce babası sonra kendisi binayı ve araziyi satmaya çalıştı. Ancak hayalet hikayeleri ve yetimhanenin kötü ünü yayıldığından bunu başaramadılar. Bay Baldwin mülkü hala elinden çıkarmak için çabalıyor. Sizin gibi bu hikayeleri hortlatıp işini zora sokan kişileri pek sevdiği söylenemez.”
Yine de her türlü tatsız karşılamayı göze alıp Bay Baldwin’in evine doğru yola çıkıyorsunuz. Yolda ilerlerken sağanak bir yağmur başlıyor ve aracın tavanına vuran su damlaları size eşlik ediyor.
Kısa süre sonra büyük bir bahçe kapısına yaklaşıyorsunuz. Derrick kapıdaki görevliye isimlerinizi verip Bay Baldwin’le görüşmek istediğinizi söylüyor. Telsizden bilgi alan görevli geçişinize izin veriyor. Bahçede üç yüz metre kadar ilerledikten sonra büyük bir evin önünde geliyorsunuz. Aracı park edip evin kapısına yöneliyorsunuz. Zili çaldıktan kısa süre sonra altmışlı yaşların ortasında, gri saçları geriye taranmış hafif göbekli bir adam kapıyı açıyor. Bu Bay Baldwin. Derrick’i tanıdığı için çok ilgilenmiyor ama seni süzüyor. Kim olduğunu soruyor. İsmini ve neden burada olduğunu söylüyorsun. Adam cevabını duyunca hafif öfkeli bir şekilde sözü alıyor.
“Kapımda belirdiğin anda şu meraklı maceracılardan biri olduğunu anlamıştım. Sizden çok sıkıldım artık. Size anlatacak bir şeyim yok. Yeteri kadar duymuşsunuzdur zaten. Şu hayalet safsatalardan bahsediyorum.” Konuşmana fırsat vermeden devam ediyor. “ Yetimhane ve araziyi ilk satın alan babamdı. Uzun yıllardır ise bana ait. Satıp kurtulmak istiyorum ancak ne mümkün! Sizin gibi macerasever hadsizler yüzünden elimde kaldı lanet olası yer. O binada hiçbir şey yok. Geçmişte yaşanan bir olayı büyüttüler ve sonuç bu. Ben orada hiçbir şeyle karşılaşmadım, karşılaşacağımı da sanmıyorum. Bu uydurma hikayelerin bir son bulması gerek artık. Tek istediğim bu uğursuz yeri elimden çıkarmak.”
“Sizi anlıyor ve hak veriyorum Bay Baldwin.” diyorsun. “Eğer söylediğiniz gibi orada gerçekten bir şey yoksa bunu kanıtlamak isterim. Böylece siz de rahat edersiniz. İzin verirseniz yetimhaneye girip neler olduğuna bakmak istiyorum.”
Adam burnundan solur gibi konuşmaya devam ediyor. “Oraya çok mu girmek istiyorsun? Peki gir ve orada hiçbir şey olmadığını kendi gözlerinle gör. Ama sonrasında sakın o aptal hikayelerden birini anlatmaya kalkma. Sizin gibilerden bıktım.” Seni baştan ayağa yeniden süzüyor. “Macerayı seven birine benziyorsun. Kılığında epey iyi. Halin vaktin yerinde gibi. Bence sonrasında yeniden görüşelim, belki orayı almak istersin. Sana uygun bir fiyata bırakırım.”
Adamın hiç de komik olmayan iğneliyici şakası karşısında hiç tepki vermiyorsun. “Evet beyler. Size daha fazla vakit harcayamam. Neye bakacaksan bak ve ardından bu kasabandan toz ol.” Adam kapıyı yüzünüze kapatıyor.
“Adam ciddi anlamda bunalmış” diyorsun Derrick’e. Gazeteci adam başıyla onaylıyor ve soruyor. “Şimdi ne yapmak istersiniz?”
“Yapılacak tek bir şey kaldı Derrick. Bu akşam yetimhaneye gireceğiz.”
Derrick şaşkın bir ifadeyle sana bakıyor. “Biz derken?”
Ufak bir gülümseme beliriyor yüzünde. “Sen ve ben tabii ki. Beni yalnız bırakmayı düşünmüyorsun herhalde.”
Derrick’in şaşkınlığı sürüyor. “İçeri girmek mi?… Bu benim planımda olmayan bir şey.”
Alaycı bir bakış atıyorsun. “Olayı çözmek istemiyor muydun sen? Bunu beraber yapacağız. Sen olmadan başaramam. Bu gece içeri giriyoruz, kısacası hazırlan. Yanında getirmen gerekenleri sana mesaj atacağım. Şimdi otele gidelim.” Ardından otele doğru yola çıkıyorsunuz.
Gece Yarısından Hemen Önce…
Katran karası gece şiddetli yağışın pençelerinde kıvranıyor. Yağmur sanki hiç durmayacakmış gibi. İskoçya’nın sonbahar iklimi iliklere işliyor. Farlarını gecenin içine doğrultmuş, orman yolunun kenarındaki aracın içinden Derrick ile beraber çıkıyorsunuz. İkinizde de koyu yeşil yağmurluklar var. Yetimhaneye giden yol uzun yıllardır kullanılmadığından oraya araba ile gitmeniz mümkün değil. Yaklaşık bir kilometrelik mesafeyi yürüyerek geçmek durumundasınız. Sırtınızda çantalar, elinizdeki fenerlerle etrafı aydınlatarak çalıların içine dalıyorsunuz. Siz geçerken hışırdayan bitkilerin dışında başka bir ses yok ortamda. Karanlıktaki yalnızlığın getirdiği bir tedirginlik oluşuyor içinizde. Ağaçları ve çalıları geçerek ay ışığını görebileceğiniz açıklığa varmaya çabalıyorsunuz. Ormanın hakimi gece kuşları siz geçerken garip sesler çıkarıyorlar. Onlara aldırış etmemeye çalışarak yürümeye devam ediyorsunuz.
Beş-altı dakikalık bir yürüyüşün ardından açıklığa ulaşmayı başarıyorsunuz. Kafanı kaldırdığında ileride bir binanın karanlık siluetini görüyorsun. Yetimhaneye çok yakınsın artık. Açıklığı bitirip taşlık bir yolu geçtiğinizdeyse karşında duran şey yüzünden için ürperiyor. Kuzeye has ada mimarisiyle bütünleşmiş dört katlı siyah taş bina ürkütücü görünümüyle önünde dikiliyor.
Derrick ile birbirinize bakıp büyük yapıya doğru ilerliyorsunuz. Bina çok eski ve ciddi anlamda tahrip olmuş durumda. Yine de bunca seneye iyi dayanmış olduğunu düşünüyorsun. Yaklaştıkça feneri yetimhanenin dış cephesinde gezdiriyorsun. Camları kırık pencereler tahtalarla kapatılmış, bazılarında ise demir parmaklıklar var. Feneri üst katlara doğru çeviriyorsun ama karanlık yapı sanki ışığı yutuyor. Neredeyse seksen yıllık bina karşısında ürpermemek mümkün değil. Özellikle anlatılan hikayeleri düşününce. Derrick’in korkudan titrediğini fark ediyorsun.
İki geniş sütun ve birkaç taş basamağın arkasındaki büyük giriş kapısına doğru yürüyorsun. Kapıyı itip zorluyorsun ama nafile. Paslanmış demir yapı hareket etmiyor. Zorlamanın faydası olmadığını anlıyorsun. O sırada sana ileriden fener tutan Derrick’i duyuyorsun.
“Burada kapatılmamış bir pencere var Dr. Forrester. Sanırım onu kullanabiliriz.”
Derrick’in yanına geliyorsun. Söylediği gibi biraz yukarıda kalan açık bir pencere var. Pervaza tutunup kendini yukarı çekiyorsun. Ardından Derrick’e yardım ediyorsun. Örümcek ağlarını yararak beraber karanlığın içine dalıyorsunuz.
İçeri girer girmez fenerlerinizi etrafa tutuyorsunuz. Etraf oldukça pis. Her yer kalın bir toz tabakasının altında kalmış. Örümcek ağları her köşeyi sarmış vaziyette. Burnunuza yoğun rutubet kokusu geliyor. Gözüne çarpan ahşap mobilyaların bazıları sapasağlam dururken bazıları yerlere devrilmiş. Duvarlarda tozlanmış resimler var. Onlarca yıl öncesinden kalma parçalanmış parkeler ve kırık camların yerleri kapladığını fark ediyorsun.
“Bastığın yerlere dikkat et. Yaralanabilirsin.” diyorsun Derrick’e. Adam kafasını sallayıp feneri yerlere tutuyor.
Biraz ilerleyince giriş bölümünde olduğunuzu anlıyorsun. Burası oldukça büyük bir alan. Öyle büyük ki fenerleriniz ileriyi aydınlatmıyor. Ama sağda ve solda birkaç kapı olduğunu görebiliyorsun.
“Buraya uzun zamandır hiç kimse girmemiş” diyorsun yerdeki toz katmanını işaret ederek. “Etraf el değmemiş gibi, hiç iz yok.”
Derrick başıyla seni onaylıyor, ardından merakla soruyor. “Burada olmaktan hiç korkmuyor musunuz?”
Bu beklenmedik soru hoşuna gidiyor. Adama gülümsüyorsun. “Korku tüm duyguların ilkidir. İlk o başlar. Biz kızı ilk gördüğün an, gece sokakta yürürken veya üzerine bir araba geldiğinde. İlk hissettiğin şey korkudur. Ama sana güzel bir haber vereyim. Zamanla onu kontrol altına almayı öğrenirsin. Ben öyle yapıyorum.” Ardından sen bir soru soruyorsun. “Bir gazetecisin ve buraya hiç girmedin, öyle mi?”
“Gazeteciyim, hayalet avcısı değil.” diye cevaplıyor Derrick.
-Bir şeyin devrilme gürültüsü-
Aniden sol tarafta bir ses duyuyorsun ve hemen feneri oraya tutuyorsun. İleride kapısı açık bir oda görülüyor. Ses oradan gelmiş olmalı.
-Çığlık sesi-
Tam odaya doğru bakarken bu kez arkanda Derrick’in çığlığını duyuyorsun. Hemen ona doğru ilerliyorsun. “Hey Derrick, iyi misin? Ne oldu?”
Derrick titreyen elleriyle feneri tam ters tarafa tutuyor. “Orada bir şey hareket etti, gördüm! Tam şuradaki odaya girdi!”
Ona “Emin misin?” diye soruyorsun. Derrick ürpermiş halde başıyla onaylıyor.
Sen kapısı açık odadan gelen garip bir ses duydun, buna eminsin. Derrick ise diğer tarafta bir şey gördüğünü iddia ediyor. Ne yapman gerektiği konusunda arada kalıyorsun. Sesi duyduğun tarafa mı gitmelisin, yoksa Derrick’in diğer tarafta işaret ettiği odaya mı göz atmalısın? Bir seçim yapman gerek. Bir karar vermelisin. Ne yapacaksın Dr. Forrester?
1.Bölüm Sonu
Not: Hikaye tamamen tarafımdan kurgulanmış ve yazılmıştır, bana aittir. İzinsiz veya kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Oylama Sonucu:
1A – Sesin geldiği yöne doğru gideceğim: %54
1B – Derrick’in gösterdiği yöne doğru gideceğim: %46
Bir sonraki bölüm yüksek oy alan karara göre devam edecek.
Abi oy veremiyorum
BeğenBeğen
Merhaba. Bir seçeneği seçip vote tuşuna basınca ne diyor?
BeğenBeğen
Harika bi hikaye emeğine sağlık devamını sabırsızlıkla bekliyoruz
BeğenBeğen
Teşekkürler:)
BeğenBeğen
Íngilizce biseyler yaziyo
BeğenBeğen
Seçim yapıp vote tuşuna bastıysan işlem tamamdır.
BeğenBeğen
bence sesin geldiği yöne doğru gideceğim
BeğenBeğen
A1
BeğenBeğen