Bana göre hayat, ışıkların ve dumanların kasırgasından, müzik ve erkeklerden başka bir şey değildi. Filipinler’in başkenti Manila’da, North Edsa yakınlarında içi insanla dolu bir gecekonduda yaşardım. Bir dolap kadar küçük bir odada benim gibi gece kulüplerinde eskortluk yapan bir sürü kadınla sıkışmış haldeydim. Ama en azından gardıroplarımız vardı. Benimkisinin içi çoğunlukla ucuz etekler, kolsuz tişörtler ve Quiapo içerisinde bulabileceğiniz en ucuz topuklular ile doluydu.
Barlarda dans edip kendimi göstererek, bazen de kendimi çok sarhoş bir adamla bir otel odasında gözlerim ölü bir balık gibi tavana bakarak bulduğum çok zor geçen gecelerden sonra sonunda bir ucuzluk marketine gidebilecek kadar param olmuştu. Manila’da hava git gide soğuyordu ve bir süvetere ihtiyacım vardı.
Çöpün, insan idrarının ve ciplerden, motosikletlerden ve kamyonlardan çıkan egzoz gazının kokularıyla boğduğu birkaç sokağı geçtim. İkinci el kıyafet satan dükkânlar ile dolu sokağı bulmam çok uzun sürmemişti. Muhtemelen bu dükkânların sahiplerinin çoğu bulduğu kıyafetleri hayır işlerinden bedavaya alıp buradaki kadınlara parayla satarak kar etmeye çalışan açgözlü tüccarlardı.
Bir askıya asılmış süveter, paramparça ve pis kıyafetlerin üzerinde kirli sularda parıldayan bir inci gibi kendini gösteriyordu. Birisinin bunu hala nasıl kapmadığını merak ederek hızlıca süveteri elime aldım ve kumaşının kalitesini anlamak için okşamaya başladım. Bir tavşanın kürkü kadar yumuşak ve en az o kadar sıcaktı. Ön kısmında ellerinizi koyup ısıtmanız için büyük bir cep vardı. İşte o cep, buruşturulmuş sarı bir kağıt üzerindeki o notu bulduğum yerdi. Kâğıt nedense antika bir kitap gibi kokuyordu ve üzerine şu sözler karalanmıştı.
Mekân: No 67, Banawi Sokağı
Ödeme: Gece başına 1000 peso
Görev: Yatağın üzerinde akşam saat on birden gece üçe kadar uzan. Gözlerini kapalı tut ve onları asla açma! Gece üçten sonra paran şifonyerin üzerinde olacak.
Banawi sokağı… Hangi şehir olduğu belirtmemişti ama bir oda arkadaşımın müşterilerinden birini ziyaret ettiği Quezon’da böyle bir sokak hatırlıyordum. Zengin sınıfın yaşadığı bir yerdi.
Notu cebime sokup dükkân sahibine parasını ödedim. Sadece 30 peso tutmuştu, kötü değildi. Süveter çok rahattı ve beni geceleyin bir kar tanesi gibi parıldatıyordu. Kendimi Kapamilya TV kanalında çıkan genç ünlüler gibi hissettim. Cebimde de kolay ve yüksek maaşlı bir işin sözü vardı. Bunlar çok nadir bulunurdu. Tabii ki iş kulağa biraz garip geliyordu ama bir gecede bin peso reddedilemez bir teklifti. Bu yaşadığım boktan durumdan kurtulabilirdim. Belki üniversiteye bile gidebilir, kendime gerçek bir iş bulabilirdim.
Uzun bir araştırma sonucu o gece gitmem gereken evi buldum. Banawi sokağı üst sınıfın yaşadığı bir yerde olmasına rağmen ıssızdı. Bulduğum ev tek katlı, kısa dikenli tellerle çevrili bir binaydı. Bahçesine uzun süredir bakım yapılmamıştı. Yabani otlar darmadağın saçlar gibi her yerden fışkırıyordu. Tahtalar küflenmiş, evin boyaları solmuştu. Pencereler tozla kaplıydı. Yine de kaldığım gecekondudan çok daha iyiydi. Kapıya yaklaşırken verandanın ışığının açık olduğunu fark ettim. Kapıya tıkladığımda ise hiç kapalı değilmişçesine kolayca açıldı.
İçeriye seslendim ama cevap gelmedi. İçerisi ekşi ve yaşlı kokuyordu, aynı günlerce çamaşır makinesinin içerisinde bırakılmış ıslak kıyafetler gibi. İçeri girdim. Arkamdan yolumu aydınlatabilmesi için giriş kapısını açık bıraktım. Zemin, ayağımı bastığımda çökecekmiş gibi hissettiriyordu. Duvarlar sanki üstüme geliyordu. Bu mekân bana ben küçükken kanalizasyonda buldukları cesedi anımsatmıştı. Şişmiş, morarmış ve kötüleşmiş. Karanlık oturma odasını geçtim. Odada bir televizyon ve hırpalanmış bir koltuk vardı. Aynı zamanda üzerinde bir küllük ve boş kavanozlar olan bir masa vardı. Oda kedi idrarı ve kurumuş dışkı gibi kokuyordu. İçeride kimse yoktu. Işıkları açmaya çalıştım tabii ama çalışmıyorlardı. Koridora döndüm ve orada ilerlerken solgun bir ışığın kapalı bir kapının arkasından parladığını fark ettim.
Tekrar seslendim. Sessizlik, tamamen sessizlik. Kapı kolunu kavradım ve elimde bıraktığı yağlı izi görmezden gelerek kapıyı açtım. İçeride tek kişilik sıkıcı çarşaflarla kaplı bir yatak ve üzerinde zamanı parlakça gösteren dijital bir saat olan bir şifonyer vardı.
Gece saat 10:50
Rahatsız hissediyorum. Geri dönebilirdim. Ev boştu. Açıkçası işin bir konu hakkında çabuk çözüm arayan biri tarafından verildiğini düşünüyordum. Ama şimdi gerçekten meraklanmıştım. Görünüşe göre iş düşündüğüm gibi değildi ve tüm bu gizem beni rahatsız hissettiriyordu. Ama yine de bin peso görmezden gelemeyeceğim kadar iyiydi.
Yatakta elimde notla kafam saate çevrili bir şekilde uzandım.
Saat 10:54
Çevremi dinledim. Evde hiç ses yoktu. Korkuyordum ama aynı zamanda heyecanlıydım.
Saat 10:56
Kalbim hızlıca göğsüme çarpmaya başladı. Nabzım boğazıma kadar tırmanıyordu. Resmen beynimin içinde çarpıyordu. Bir saatin çıkardığı sesi hayal etmeye çalıştım. Kalp atışlarımı bu sesle uyumlu hale getirmeye çalışıyordum.
Saat 10:59
Gözlerimi kapattım. Bekledim.
Saat 11:00
Her kimse odaya gelmişti. Gözlerim kapalı olmasına rağmen odadaki atmosferin inanılmaz bir hızla değişmesi sebebiyle bunu anlamıştım. Yalnız değildim. Gözlerim kapalı olmasına rağmen hissettim diyorum size. Yüzüme o kadar yakındı ki. Alnımdaki kılların titrediğini hissettim. Nefes alıyordu. Kısa ve stresli nefesler. Sanki sadece burnunun bir deliğinden nefes almaya zorlanmış gibiydi. Dışarı verdiği sıcak havayı dudaklarımda hissettim. Nefesini koklayabiliyordum. Ekşi bir koku, turşu gibi ama ek olarak bir şey daha vardı. Metalik, ağır ve tatlı bir koku. Kan kokusu.
Öğürme isteğime karşı koymaya çalıştım. Saniyeler dakikaları kovaladı ama hala onun varlığı yüzümün karşısındaydı. Vücudum resmen acı çekiyordu, korkudan donup kalmıştım.
Zorlu nefesinin tamamını hissedebiliyordum. Al… Ver… Al… Ver. Yavaş ve korku dolu. Vücudumdaki en küçük kaşınmanın bile farkındaydım. Bacağımdaki karıncalanmalar, basenimdeki, sırtımdaki ve boynumdaki kaşınmalar. Cildimin her bir köşesine yavaşça nüfuz eden terim ve bana hareket etmem ve kaşınmam için yalvaran vücudum. Hareket etmedim, edemedim.
Kemiklerim ağrıdı, kaslarım tutuldu. Kalbim… Kalbim tuzağa düşmüş bir serçe gibi göğüs kafesimden çıkmaya çalışıyordu.
Varlığı yüzümün karşısında durmaya devam etti. Alnımın terden parladığına emindim ve titremeye başlamıştım. Burnum korkudan seğirdi. Bunu fark edip etmediğini merak ettim. Göz kapaklarım bile terlemişti, kapakların arkasındaki gözlerimse korkudan hareket edemiyordu. Bir dolabın kapakları arkasına saklanmış küçük bir çocuk gibiydiler.
Koku artmaya başladı. Ciğerlerim bu kokunun girişine karşı çıkmaya çalıştı. Bana suratımı çevirmem, bu iğrenç kokudan kaçmam için yalvarıyorlardı. Yapamazdım… O şey bana baktığı sürece vücudumu oynatamazdım.
Sakın gözlerini açma! Talimat buydu.
Ellerim notu son umudummuşçasına sıkıyordu. Gözlerimi kapalı tuttuğum sürece başıma hiçbir şey gelmeyecek diye düşündüm.
Notu kafamda tekrar gözden geçirdim. O üç sözü tekrar ettim. Onları sakın açma! Bir kez daha söyledim. On kez daha, yirmi kez daha, sayamayacağım kadar…
Nefes aldım. Derin bir nefes. Ekşilik ve kanın hasta edici kokusu ciğerlerimi bir kez daha doldurdu. Öğürdüm, öksürdüm. Sonra… sonra döndüm. Yüzümü yatağın diğer tarafına çevirip cenin pozisyonuna geçtim. Gözlerim hala sımsıkı kapalıydı. Tam rahatlamaya başlayınca onu hissettim. Hala burada yüzümün bir kıl kadar uzağındaydı. Sanki uçar gibiydi veya havada süzülüyordu, bilmiyordum. Bilmediğim başka bir şey ise bu şeyin benle birlikte nasıl hareket ettiğiydi. Ne yatakta bir ağırlık hissetmiş ne de etrafımda bir ses duymuştum.
Kendime sakinleşmek için birkaç dakika verdikten sonra tekrar denedim. Yavaş ve dikkatli bir şekilde onu karşımda hissederek hareket ettim. Ne yaparsam yapayım, nereye dönersem döneyim onun yüzü de rahatlık ve sessizlik içinde benimle birlikte hareket etti. Sırtımı yatağa yaslayınca durdum. Varlık üstümden amansızca bana bakıyor olmalıydı. Yüzümü buruşturdum, bir köpek gibi terliyordum. Ona vurmak, ona saldırmak istiyordum ama yapamadım. Çok korkuyordum. Yapabileceğim tek şey bunun saat üçte biteceği konusundaki söze inanmaktı. Terlere boğuldum, dualar ettim. Benimle kaldı. Varlığını her saniye hissettim. Uyuyamadım.
Saat gece 03:00
Dijital saatin alarmı çalmaya başladı. Ve o şey bir anda yok oldu, sanki hiç var olmamış gibi. Vücudumu saran korku felcinden kurtulmuştum. Dört saattir vücuduma bakıp beni hapse tıkar gibi bu yatağa hapseden gardiyan artık gitmişti. Kaşlarımdaki ter kuruyana kadar bekledim. Vücuduma geri kavuştuğumu hissettim. Bir mahkûmun bahçeye çıkışı gibiydi. Önce nefes almaya başladım, kalbimin çılgınlarca attığını duydum. Parmaklarımı, derimin sıcaklığını sonunda hissedebiliyordum. Yaşama isteğinin vücudumun her bir parçasına dağılmasına izin verdim.
Gözlerimi açtım. Şifonyerin üzerinde bin peso vardı. Çektiğim acı ve yaşadığım korkunun sonucu kazandığım bin peso. Parayı aldım ve evden ayrılırken arkama bakmadım.
Orada geçirdiğim gecenin üstünden 1 hafta geçmişti. Oradan kazandığım para neye harcadığımı bile hatırlayamadığım sebeplerden dolayı bitmişti. Ama o geceden kalan anılarım kafamın içinde terör estirmeye devam ediyordu. O varlığın iğrenç nefesini her an ve her yerde suratımda hissedebiliyordum. Yoksa sadece bir hayal miydi? Belki o kadar korkuyordum ki aklım korkularımı haklı çıkarabilmek için bir şeyler yaratmıştı. Ama sonra duyularımın beni yanıltıyor olamayacağını fark ettim. O ekşi kan kokusunun ciğerlerimi dolduruşu ve iğrenç nefesinin suratıma çarpışı, hepsini hissetmiştim. Peki, parayı kim bırakmıştı? Benimle o iğrenç kokulu odayı paylaşan varlık neydi? Bu sorular beynimde dönüp dolaşırken başka bir önemli soru öne çıkmayı başarıyordu… Gözlerimi açsaydım bana ne olacaktı? O eve ikinci gidişim para değil, cevaplar içindi.
O eve geri döndüğümde güneş çoktan batmıştı. Sanki benim gelişimden sonra hiç kimse içeri girmemiş gibiydi. Değişen tek şey yatak örtüleriydi, korkumdan evden hızlıca kaçarken onları dağınık bırakmıştım. Dijital saatin acımasız ışığı devamlıydı, aynı bir heykelin bakışları gibi. Yatağa uzanırken bu bakış tarafından kınandığımı hissediyordum. Saat on birden birkaç saniye önce gözlerimi kapattım.
Şaşırmadım, saat tam on birde varlık yine benimleydi. Bu sefer korkumun yerini tutkulu bir merak almıştı. Önceki zamandan hiçbir farkı olmamıştı, ne odaya yürüyen birini işitmiştim ne de varlığı duyabiliyordum. Sanki bir anda suratımın karşısında maddeleşmişti. Değişmeyen şeylerden biri de onun kokusuydu. Ağır ve ekşi kan kokusu… Kafamı sağa ve sola çevirdim, bir ayna gibi her hareketimi anlık bir şekilde takip ediyordu. Nefes aldığınızda üzerinde buhar oluşacak kadar yakın bir ayna.
Bu sefer önceki gece yapamadığım şeyi yapacaktım. Ellerimi dikkatlice kemiklerimi hissederek yüzüme doğru kaldırdım. Titreyen ellerimdeki ter, vücudumu gezerken arkasında ıslak bir iz bırakıyordu.
Ellerim suratıma yaklaşırken durdular. Emin olamadılar, daha fazla yükselmek istemediler. Kalbim tuzağa düşmüş bir fare gibi çırpınıyordu. Yüzümü buruşturdum ve cesaretimi topladım. Titreyen vücudumu ve terleyen alnımı görmezden geldim. Ellerim hareket etti. Ama varlık hareket etmiyordu. Hala bekliyordu. Aç ve sabırlı.
Ellerim sonunda bir şeye değdi. Durdum. Tüm vücudum korkudan felç olmuştu. Nefes alamıyordum. Korku tüm benliğimi işgal ederken kıpkırmızı oldum. Varlığın sabit ve sakin nefes alışı değişti, sanki heyecanlanmıştı. Korkunç koku burnuma daha sert çarpıyordu. Ellerim hareket edemiyordu, oldukları yerde kalmışlardı. Ve hala ona değiyorlardı. Beynim korkudan çalışamazken ne kadar zaman geçti, bilmiyordum. Fark ettiğim tek şey korkudan dermanı kalmayan aklımın, sonunda parmaklarımın neye değdiğini anlamayı başarmasıydı.
Saçlar. Kirli, yapışkan ve soğuk. Aynı bir cesedinki gibi.
Kalbim yine deli gibi atmaya başladı. Parmaklarımı biraz hareket ettirdim. Saçların altındaki kafa derisini hissedebiliyordum. Varlık zevk alıyormuşçasına hızlıca nefes almaya devam etti. Bir şekilde parmaklarım felç olan vücudumdan kurtulmuştu ve şimdi bir kuklacı edasıyla onları oynatıyordum. Ellerimdeki kafanın eğimini deri tabakasına ulaşıncaya kadar takip ettim. Dokunduğum deri paramparça olmuş ve çürümüş gibiydi. Ve saçlarında olan yapışkanlık burada daha da fazlaydı. Ellerim deri tabakasında ilerledi ve et parçası gibi hissettiren bir yere ulaştım. Kasapta satılan bir et parçası gibi. Yapışkan ve yumuşak.
Sonunda ellerimi indirdim. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki kalp krizinden ölebileceğimi düşündüm. Araştırmaya devam edemeyecek kadar korkmuştum. Dokunduğum şey… Sanki vücudundan koparılmış ayrı bir baş gibi hissettirmişti.
Saat gece 03:00.
Gözlerimi açmadan önce sakinleşmeyi bekledim. Şifonyerin üzerinde yine bin peso vardı. Dokunduğum şey yüzünden hala felç olan ellerime baktım, tertemizlerdi. Tamamen kana bulanmış olduklarını düşünmüştüm ancak üzerlerinde hiçbir şey yoktu.
Evden yine kaçtım. Belki oraya bir hayalet musallat olmuştur diye düşündüm. Ve o eve ne kadar paraya ihtiyacım olursa olsun dönmemeye yemin ettim. Keşke yeminime sadık kalsaydım.
Kendime söz vereli bir ay geçmişti. Ben ve gecekondu arkadaşlarım için kötü günler başlamıştı. Şehir yetkilileri çalıştığımız gece kulüplerine baskın yapıp çalışanlardan sağlıklı olduklarına dair test raporları istiyorlardı. Dediklerine göre hastalık yaymamızı istemiyorlarmış. Fakat laboratuvar testleri için para gerekiyordu. Bar sahipleri hızlıca negatif test sonucu gösterebilen kızlara iş veriyorlardı ve iş imkânları da sınırlıydı. İçimdeki tüm korkuya ve eve asla geri dönmeyeceğime dair verdiğim söze rağmen para ihtiyacım daha ağır basmıştı. Oraya bir daha gitmem gerekecekti. İçimi rahatlatmaya çalıştım. Sonuçta orada olduğum iki gece boyunca başıma hiçbir şey gelmemişti.
Saat gece 11:00
Şeytani varlığı saat tam on birde yine hissediyordum. Gözlerimi sıkıca kapattım. Bu sefer beni korkutmasına izin vermeyecektim. Bu işin kolay olacağını, saat on birden üçe kadar gözlerimi kapatacağımı, hiçbir şeyin yanlış gitmeyeceğini ve cömertçe ödeme alacağımı söylüyordum kendi kendime.
Galiba artık onun varlığına alışmıştım, uyuma isteğiyle savaştığımı fark ettim. Onun nefes alışının ritmik sesi uyku ihtiyacımı daha da arttırıyor gibiydi. Al… Ver… Al… Ver. Bu isteğe karşı koymaya çalıştım ama nafileydi. Ve sonunda uyku beni karanlık ve güçlü pençeleriyle kavradı.
Rüyamdaki kız çok güzeldi. İncecik bir vücut, kısa boy, kuzgun karası uzun ve düz saçlar. Bakışları derin ve gölgeliydi. Uyurken beni izliyordu. Yüzüme o kadar yakındı ki yanağını kavrayıp ona niçin beni izlediğini sorabilirdim.
“Git!” Bana fısıldıyordu. “Git!”
Acı çekiyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde. Sonra kız gözümün önünde boğuluyormuş gibi sesler çıkarmaya başladı. Korku ve çaresizlikle kızın yüzünün morarmasını izliyordum. Gözleri yuvarlarından fırlamıştı, kıpkırmızıydı. Çığlık atmaya, bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama tek duyduğum şey boğuk ve düzensiz nefes sesiydi.
Ve uyanmıştım. Mucize eseri gözlerim kapalı kalmıştı. Ama ortamda hala rüyamdan kalan boğulma sesleri vardı. Zemin sanki odada şiddet dolu olaylar gerçekleşiyormuşçasına sarsılıyordu. Ve sonra sessizlik. Duyabildiğim tek şey delice atan kalbimdi. Ama yine de gözlerimi açmadım. Daha açamazdım. Saat üç olup bu lanet olası evden paramı alıp gidene kadar gözlerimi açamazdım. Ama her şey daha bitmemişti.
Sonrasında duyduğum ses beni bu evde yaşadığım her şeyden daha çok rahatsız etmişti. Ritmik bir sesti, sanki biri testereyle et kesiyordu. Ardından damlama sesleri geldi. Ağır bir şey yere düştü ve tok bir ses çıkardı. Sonra ayak sesleri duydum, bana doğru gelen ağır ve yavaş adımlar. Vücudumun her bir karışı bana “gözlerini aç ve kaç” diye yalvarıyordu. Birazdan öleceğini bilen bir hayvan gibi titriyor ve terliyordum. Ayak sesleri yaklaşmaya devam etti. “Nefes al! Nefes al!” diye söyleniyordum içimden. Kaçmalıydım ama yapamazdım, korkuyordum! Gözlerim kapalı vaziyette çok uzun süre kalmıştım. Etrafımda türlü çılgınlıklar dönse de onları kapalı tutmalıydım.
Ayak sesleri yattığım yatağın yanında durdu. Varlık yine yüzüme yaklaşmıştı. Kirli nefesi suratıma daha da sert çarpıyordu. Kaslarım gerginlikten kopmak üzereymiş gibi hissediyordum. Korkum bana doğru doğrultulmuş binlerce bıçak gibiydi, en küçük hareketimin ölümümle sonuçlanabileceğinin farkına varmıştım. Saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüşmüştü. Zaman benimle acımasız bir oyun oynuyordu. Arkamda bırakmak istiyordum, her şeyi arkamda bırakmak. Bu odayı, para ihtiyacımı, yabancılarla ve korkuyla geçen geceleri, eskortluğu, her şeyi. Bırakmak istiyordum! Bırakmak!
O sırada kasırga sonrası yükselen güneş gibi hissettiren alarmın sesi duyuldu.
Saat gece 03:00
Gözlerimi açtım ve kendimi boş bir odada buldum. Hiçbir şey yoktu. Çığlıklar, boğuşmalar ve parçalanan beden sesleri duyduğumu düşündüğüm zemin de bomboştu. Bin peso şifonyerin üzerindeydi. Onu almadım bile. Evden dövülmüş bir köpek gibi kaçtım.
Gecenin kalanında uyuyamadım. Bir sonraki sabah ev hakkında biraz araştırma yapmaya karar verdim. Emlak işlerine bakan kasaba yetkililerinden birine, beni evi satın almak isteyen zengin bir ailenin tuttuğunu ve evin geçmişi ile alakalı tuhaf bir hikâye varsa bunu öğrenmek istediklerini söyledim. Adam yalanıma inandı ve bildiklerini anlatmaya başladı.
“Yıllar önce orada varlıklı bir adam yaşardı. Sessiz ve içine kapanık biriydi. Bir gün evine gece kendisine eşlik etmesi için bir eskort çağırmış. Çoğu erkek bunu yapar, o sebeple şüpheli bir durum yokmuş. Ancak komşular bir süre sonra evden korkunç bir kokunun geldiğini fark etmişler. Adamı odasının zemininde yatan başsız bir kız cesediyle birlikte bulmuşlar. Ceset günlerce orada kalmış. Adam sanki dik bir tabut gibi elinde kızın kesik başıyla dikiliyormuş. Başı hiç bırakmamış, ölü gibi durmaya devam etmiş. Polisler adamı vurup öldürmüşler.”
Yetkili masasının çekmecesini açtı ve bir dosya çıkardı. “Bu adamın öldürdüğü kızın fotoğrafı. On altı yaşında yetim biriymiş. Para yüzünden bu yola düşmüş muhtemelen. Kızın diğer arkadaşları onun adamla daha önce iki kez çıktığını, üçüncü buluşmada öldürüldüğünü söylemişler.”
Fotoğrafa baktığımda ürperdim. Bu rüyamda gördüğüm kızdı ve benim giydiğim, içinde not olan beyaz ve yumuşak süveteri giyiyordu. Yetkiliye teşekkür ettim. Sözler ağzımdan zar zor dökülmüştü.
O gün yaşadığım yere geri döndüğümde süveterin dolabımda olmadığını fark ettim. Not da gitmişti. Ev arkadaşlarıma onu alıp almadıklarını sorduğumda hayır cevabını aldım.
Eskort olarak çalışmayı bıraktım ve yaşlı bir çifte bakıcılık yapmaya başladım. İş yavaş ve zordu ama buna rağmen üniversite için yeterli parayı biriktirmeyi başardım. Ara sıra yolum o lanet süveteri aldığım ikinci el dükkânın sokağına düşer. Oradan ne zaman geçsem üç gece boyunca para ihtiyacımdan dolayı yaşadığım terör aklıma gelir ve kendime küfrederim. Eskortluk maalesef böyle bir şey, kendinizi her türlü tehlikenin içinde bulabiliyorsunuz. Para için yabancılarla, belki de potansiyel katillerle yatmak zorunda kalabiliyorsunuz. O evde yaşadığım anıları şu yaşıma kadar zihnimin derinliklerine gömüp unutmaya çalıştım ama beynimi sıçan gibi kemiren bir soru hep orada kaldı.
Ya gözlerimi açsaydım?
Birkaç yıl sonra haberlerde bir başlığa denk geldim. Diğer cinayet haberlerinin içerisinde küçük bir yer kaplıyordu. Bu haberleri hazırlayanlar daima olayları detaylı aktarırlardı. O küçük cinayet haberindeki ayrıntılar da kanımı dondurmaya yetmişti.
Haberin içeriği şöyleydi:
“Dün gece bir eskortun cesedine ulaşıldı. Kızın kafası kesilmişti. Gözleriyse açıktı.”
Not: Hikaye yabancı kaynaklardan alınmıştır. Çeviri, takipçilerimden Kaan’a aittir.
YouTube kanalıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
Cem’den Dinle YouTube
Sonu çok beklenmedikti. Ben o kızın gözlerini açmasını beklerdim. Ama tatmin edici oldu yine de.
BeğenBeğen
Benim de son zamanlarda okurken en çok etkilendiğim hikayelerden biridir:)
BeğenBeğen