Kabus Gibi Bir Gece

Kasabadaki üniversitede yeni eğitim yılı başlayalı henüz bir ay olmuştu. Daha çok yakında yaşayanların tercih ettiği bir okuldu burası. Öğrenciler için harika bir ortam sunuyordu. Yemyeşil bahçeler, aktivite alanları, spor faaliyetleri ve eğlence olanakları bunlardan sadece bir kaçıydı. Aslında üniversitenin herkese faydası vardı. Her eğitim döneminde öğrencilerle birlikte kasabaya da canlılık gelirdi. Yazın sessiz kalan bu yerleşim birimi sonbaharla beraber adeta gençleşirdi.

Kasaba o gece de sessizliğini koruyordu. Ancak bu sükûneti bozan bir yer vardı: Müziğin son ses yükseldiği, üç katlı beyaz bir ev. İçeride bir yığın genç kendilerinden geçmiş vaziyette çılgınca dans ediyorlardı. Öğrencilik demek parti demekti ve okul açıldığına göre artık içkiler akacak, müzik durmayacak ve gençler sezon sonuna kadar eğlenmeye devam edecekti.

Ancak o geceki parti çoğu kişiye göre oldukça anlamsız ve saygısızca geliyordu. Bunun nedeni ise kasabada yaşanan kan dondurucu olaylardı. Son 10 gün içerisinde üniversite öğrencisi iki kız vahşice öldürülmüş bir biçimde bulunmuştu. Cinayetleri kimin işlediği ise henüz bulunamamıştı. Katil hala kampüste dolaşıyordu belki de. Böyle bir durumda sorumsuz gençlerin gamsızca eğlenmesi insanları rahatsız etmişti.

Üç katlı evdeki partinin sahibi Robert isminde bir gençti. Ailesi oldukça zengin olan Robert neredeyse her şeye sahipti. En iyi arabalar, en iyi kıyafetler hep onundu. Bu nedenle üniversitede de oldukça popülerdi. Kızların peşinde koşmasına bile gerek kalmıyordu. Tam tersine onlar Robert ile beraber olabilmek için yarışıyorlardı. Üniversitede eğlencenin nabzını da Robert tutardı. O bir parti veriyorsa gidilirdi. Üniversitenin en yakışıklı ve en güzel öğrencileri o geceki etkinliği tabii ki kaçırmamışlardı.

Robert gülümseyen yüzüyle çılgın gibi eğlenen kalabalığa karışmıştı. Şiddetli müzik eşliğinde dans ediyordu. Etrafında dolanan kızlar sanki onu yiyeceklermiş gibi bakıyorlardı. Robert’ın bundan rahatsız olmadığı açıkça belliydi. Aksine bu fazlasıyla hoşuna gidiyordu. İnsanların onu hayranlıkla süzmesi alışık olduğu bir şeydi.

Robert tuttuğu tempoyla kalabalığı coşturmaya devam etti. Daha sonra elindeki viski şişesine göz ucuyla baktı. İçinde tek bir damla içki bile bırakmamıştı. Yenisini almak için tezgaha doğru yürümeye başlamıştı ki ayak bileğinde bir ıslaklık hissetti. Genç adam sırıttı ve ardından yere eğildi. Tekrar yukarı kalktığında bileğindeki ıslaklığın nedeni de anlaşıldı. Robert kollarının arasında Terrier cinsi bir köpek tutuyordu.

Genç adam kalabalığa dönerek kucağındaki köpeği işaret etti. “Hey millet, en iyi dostum Mango’ya merhaba deyin. Size iyi eğlenceler diliyor.” Ardından hayvanın patisini tutup el sallıyormuş gibi hareket ettirdi.

Öğrenciler attıkları kahkahalarla karşılık verdiler. Robert, Mango’yu yere indirdi. Hayvan gençlerin arasından sıyrılıp gözden kayboldu.

O sırada kalabalıktan bir erkek sesi duyuldu. Öğrencilerden biri salonda açık olan televizyonu işaret ediyordu. “Hey çocuklar, şunu bir dinleyelim.” Ardından kumandayla sesi açtı.

Ekranda bir polis memuru vardı. İki kızın öldürülmesinden, katilin hala dışarıda bir yerde olma ihtimalinden ve öğrencilerin çok dikkatli olması gerektiğinden bahsediyordu. Özellikle onlardan dikkat çekecek etkinlikler yapmamalarını rica ediyordu.

“Sanırım bizden bahsediyor.” dedi kalabalıktan biri gülerek. Diğer gençler de şiddetli kahkahalarla ona eşlik ettiler.

Robert arkadaşlarına dönerek “Eğlenmenize bakın çocuklar, endişe edilecek bir şey yok. Eğer o herif dışarıda bir yerdeyse en son geleceği yer burası olur. Biz bizeyiz ve fazlasıyla kalabalığız. Partiye devam.” dedi.

Herkes yeniden dans etmeye koyuldu. Tam o sırada genç bir adam, kalabalığın ters istikametinden hızla Robert’a doğru yürümeye başladı. Onu kolundan sertçe tuttu, sinirliydi. Yüzünü sertleştirerek “Hemen konuşmamız gerek.” diye söylendi. Robert daha ne olduğunu anlamadan kendini gürültüden uzak bir odada buldu.

İkili odada yalnız kalınca diğer genç öfkeli bir şekilde konuşmaya başladı. “Robert sen ne yaptığını sanıyorsun! Okuldan iki kız öldü ve siz burada parti düzenleyip eğleniyorsunuz! Hiç mi saygın yok onlara? Ayrıca cinayetleri işleyen kişi bulunamadı, dışarıda dolanıyor olabilir. Nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyorsun!”

Robert sakin tavrını değiştirmemişti. “Ne yapmamı bekliyorsun? Oturup yas mı tutayım? Evet, yaşananlar korkunç ama hayat devam ediyor. Genciz ve eğlenmeye hakkımız var. Hem insanlar deşarj oluyor, kafa dağıtıyor. Gördüğün gibi herkes mutlu. Bence sen de eğlenmene bakmalısın.”

Genç adam, Robert’ın suratına tiksinmiş gibi baktı. “Hiçbir şey umurunda olmayan gerzek herifin birisin! Ne halin varsa gör.” Ardından odayı terk etti. Robert da sanki hiçbir şey olmamış gibi partideki misafirlerinin yanına döndü.

 

O SIRADA DIŞARIDA BİR YERLERDE…

Kampüsün kütüphanesinde gecenin geç saatlerine kadar çalışan Susan, elinde kitaplarla karanlık bir sokakta ilerliyordu. Yetiştirmesi gereken ödevi iki gündür neredeyse tüm zamanını tüketmişti. O gece de saatin geç olduğunun farkına bile varmamıştı.

Hırkasıyla iyice vücudunu saran kız normal adımlarla sokakta yürümeye devam etti. Ayakkabıları kaldırımda sakin bir tempo tutturmuştu. Derken karanlıkta bir ses duydu.

Kız küçük bir irkilme yaşadı. Arkasını dönerek sokağın diğer tarafına baktı. Görünürde çöp kutularından başka bir şey yoktu. Bir kedinin çöpleri karıştırmış olabileceğini düşündü ve yürümeye devam etti.

Biraz ilerlemişti ki ses tekrar etti. Bu sefer daha yakından gelmişti. Susan aniden durdu ve yeniden başını arkaya çevirdi. Sokak bomboştu ama kız endişelenmişti. Sessizliğin ve karanlığın hakim olduğu ortam yeterince ürkütücüydü zaten. Adımlarını hızlandırdı.

Birkaç saniye sonra ses bu defa neredeyse ensesinden geldi. Susan o an kontrolünü kaybetti ve panik kaslarını ele geçirdi. Arkasını dönmedi bu kez. Artık yarı yürür yarı koşar halde ilerliyordu. Karanlıkta yalnız olmak onu inanılmaz rahatsız etmişti. Kasabanın merkezinden çok uzakta değildi. Oraya varınca bu kuytu ve tedirgin edici atmosferden kurtulacaktı. Acele ile sokağın bittiği köşeden döndü.

Tam o anda karnında hissettiği keskin bir acıyla gözleri fal taşı gibi açıldı. Sivri bir nesne birkaç defa daha vücuduna girip çıktı. Kızın ağzından oluk oluk kan geliyordu. Ses bile çıkaramadan kısa süre içerisinde hareketsizce yere yığıldı. Gece vakti tam seçilemeyen bir siluet, sokakta uzanan cesedi karanlığın içine sürükledi.

 

Robert ile diğer gencin tartışmasının üzerinden bir saat geçmişti. Evdeki parti kaldığı yerden tam gaz devam ediyordu. Tek fark artık insanların daha sarhoş olmalarıydı. Bazıları koltuklarda sızmışlardı.

Kalabalıktan biri eğlenenlerin arasından sıyrılarak Robert’a doğru yaklaştı. Elinde bir telsiz telefon tutuyordu. “Hey Robert, biri seni arıyor.”

İçtiği içkilerden dolayı oldukça keyifli hisseden Robert telefonu aldı ve kulağına dayadı. Ancak gürültüden hiçbir şey duyulmuyordu. Hemen daha sakin bir odaya geçti. Telefonu yeniden kulağına götürdü ve “alo” dedi.

Karşıdaki ses biraz boğuk geliyordu. İlk başta hiçbir şey anlamadı. Yeniden “alo” dedi.

“İyi eğleniyor musunuz?” Boğuk olmasına rağmen ses bu sefer anlaşılmıştı.

Robert şaşkınlıkla yüzünü ekşitti. “Kimsin sen?”

Boğuk ses yeniden konuştu. “Bakıyorum çok cesursunuz. Dışarıda bir katil var ama sizin umurunuzda değil. Bravo.”

Robert’ın aklına bir saat önceki tartışma geldi. “Yine mi sen? Dostum bundan çok sıkıldım. Zamanını boşa harcama. Takılacak başka birilerini bul.”

“Birazdan öleceksin.” Telefondaki kişi çok net konuşmuştu.

Robert bu kez afalladı. Sesin o çocuğa ait olmadığını fark etmişti. Telefonu kulağından indirip arkasını çevirdi ve dijital ekrana baktı. Ekranda çıkan numara evin bir üst katındaki hatta aitti. Genç adam o an rahatladı, neler döndüğünü anlamıştı. Evdekilerden biri üst kattaki hattan aşağıyı arıyor ve kendisini işletmeye çalışıyordu. Robert gülümseyerek tekrar telefonu kulağına götürdü.

“Ne olur katil bey, beni öldürmeyin.” Karşıdakinin duyacağı şekilde güldü. “Birine şaka yapacaksan önce arkanda ipucu bırakmamayı öğren. Telefonun ekranında yukarıdaki hattan aradığını görüyorum geri zekalı. Şehir efsanelerini mi canlandırıyorsun? Hangisiydi bu? Şu meşhur üst kattan arayan yabancı hikayesi mi yoksa? Ev sahibi üst kattaki hattan bir telefon alır ve olaylar gelişir değil mi?” Dalga geçer gibi kahkaha atmaya başladı.

Karşıdaki ses alaycı bir tonla karşılık verdi. “Güzel tahmin. Ama yanıldın. Bu mikrodalgadaki köpek hikayesi.”

Robert’ın neşeli hali bu cevap üzerine aniden silindi. Kibirli surat ifadesi gitmiş, yüzü buz gibi olmuştu. Beyninde şimşekler çaktı. Olduğu yerde beton gibi kalakalmıştı. Daha sonraysa hızla mutfağa doğru koşmaya başladı.

Mutfağın kapısından girdiğinde mikrodalga fırından bipleme sesi geldiğini duydu. İçi ani bir dehşetle doldu. Olacakları düşünmek bile istemiyordu. Korku içerisinde fırına doğru yaklaştı. İçinden düşündüğü şeyin gerçekleşmemiş olması için dua etti. Elini yavaşça uzattı ve mikrodalga fırının kapağını açtı.

Maalesef korktuğu şey başına gelmişti Robert’in. Görüntü korkunçtu. Fırının her yerine kan sıçramıştı. Zavallı köpek ısının etkisiyle patlamış, parçaları etrafa saçılmıştı. Etler kenarlardan sarkıyordu. Telefondaki psikopat Mango’yu canlı canlı pişirmişti.

Gördüğü kan donduran manzara karşısında kendini kaybeden Robert ağlamaya ve küfürler savurmaya başladı. Sağa sola vuruyordu. Öfkeden delirmişti. Tek düşündüğü şey bunu yapan aşağılık herifi bulup gebertmekti. İğrenç görüntü sebebiyle Robert’in kusmuğu ağzına kadar geldi ama genç adam kendini tutmayı başardı. Ardından sinirli bir şekilde mutfağı terk edip merdivenlere koştu. Hızla üst kata çıktı. Mango’nun kalıntıları gözünün önünden gitmiyordu, artık dayanamayacaktı. Kusmak için aniden banyoya yöneldi. İçeri girdi ve klozetin kapağını kaldırıp gözyaşları arasında midesindekileri boşaltmaya başladı.

Aniden bir güç kafasını klozetin içine bastırdı. Robert’in yüzü suyun içine gömülmüştü. Yukarı çıkmak için çırpınıyor ama başaramıyordu. Ensesindeki eller çok kuvvetliydi. Artık su yutmaya başlamıştı. Panik halinde çırpınmaya devam etti.

Kafasını suya bastıran güç şimdi onu yukarı çekmişti. Klozetten kurtulan Robert böğürerek havayı ciğerlerine çekti. Birkaç saniye sonraysa her yer karardı. Robert kafasına aldığı bir darbeyle bayılmıştı.

Genç adam ayıldığında kendini klozetin önünde otururken buldu. Elleri ve ayakları bağlanmıştı. Ağzındaysa ses çıkarmaması için yerleştirilmiş bir bez parçası vardı. Aniden gözleri dehşetle açıldı. Karşısında kapüşonlu mont giymiş bir adam duruyordu. Adamın yüzü görünmüyordu.

Montlu yabancı ani bir hareketle Robert’ın ağzındaki bez parçasını çıkardı ve onun yerine alüminyum bir huni yerleştirdi. Huninin ucu boğazına kadar uzanıyordu. Robert çaresizce debeleniyor, adamın ne yapmaya çalıştığına anlam verememiş halde tir tir titriyordu. Montlu yabancı eğildi ve yerden bir şey aldı. Robert adamın elindeki nesnenin çamaşır suyu bidonu olduğunu görünce dehşet içinde bağırmaya çalıştı ama yapamadı. Zavallı genç başına gelecek korkunç şeyi artık biliyordu.

Bidonun kapağını açan yabancı, çamaşır suyunu huniye boşaltmaya başladı. Kimyasal sıvı Robert’in boğazını yakarak doğrudan midesine iniyordu. Çamaşır suyunu sıvı deterjan, tiner ve tuz ruhu izledi. Hepsi huniden sanki bir nehir gibi aktı. Dokundukları yerler kor oldu.

Debelenmenin hiçbir şeye faydası olmadı. Genç adam, kimyasal maddeler ciğerlerine ve midesine dolarken ses bile çıkaramadan acı içinde boğuldu.

Not: Okuduğunuz metin tarafımdan hazırlanmış olup hikaye “Urban Legend” adlı korku filminden uyarlanmıştır.

Yorum bırakın

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑