Oğlum İntihar Etti, Sebebini Öğrendim

Daha önce hiç böyle bir paylaşım yapmadım. Sanırım buna hiç ihtiyaç duymadım. Başlığı okuduktan sonra ne anlatacağımı tahmin edebilirsiniz ve eğer bilmek istemezsiniz görmezden gelin. Anlayışla karşılarım. Keder garip bir his. Bunu, üniversitenin ilk dersinde, Profesör Farina öğretmişti bana; fakat şimdiye kadar anlamamıştım.

Kederin karım üzerinde etkisi akıl almaz bir öfke oldu. Şu an kendisi aşağıda, eminim bana beddualar ediyordur. Ben de ise keder, kendimi meşgul tutma ihtiyacı olarak dışarı vurdu. Fakat evde ne düzenlenecek ne de temizlenecek yer kalmadı. Bu yüzden, buraya, oğlumun hayatıyla ilgili tüm hikâyeyi yazmaya geldim. Saçmalarsam kusuruma bakmayın. Henüz, olay o kadar taze ki yazmadan önce kendimi hazırlamam gerekecek. En büyük başarısızlığımı yazmadan önce.

İdolüm, Skinner, bir keresinde şöyle demişti, “Başarısızlık her zaman bir hata değildir. O şartlar altında elden gelenin en iyisi olabilir.” Ama ben çok büyük hatalar işledim.

Oğlum doğduğunda, sonunda mesleğimi bulmuş gibi hissettim. Evet, daha önce işlerim vardı. Saygın ve uzun vadeli bir kariyer düşünüyordum. Fakat daha önce hiçbir şey, o melek yüzlü kadar ilgimi çekmedi, hiçbir şey uyanıkken ya da uyurken zihnimi bu kadar meşgul etmedi.

Isaac’i haftada dört gün eşimin anne babasına bırakmayı düşündük. Böylece eşim işine bıraktığı yerden devam edebilecek, ben de işimi bölünmeden sürdürebilecektim. Ancak bir haftalık doğum izni bana çok kısa geldi. Bu sebeple, iki gelirin getirdiği rahatlıkların bazılarından feragat edebileceğimize karar verdim. İşi bırakıp, ev işleriyle ve oğlumuzla ben ilgilenecektim.

Üniversite, bir profesörünü kaybetmekten çok da memnun değildi ama ben kararlıydım. Bir sömestır daha bitirirdim, bu da akademik kariyerimin sonu olurdu. Çabalayarak kazandığım diplomamı ve hayallerimdeki işi kaybetmek canımı hiç yakmadı mı? Yaktı tabii. Ama ender bulunan bir hazineyi, eşsiz benzersiz bir hazineyle takas etmek kadar yaktı sadece. Birçok insanın psikoloji diploması var. Birçok insan profesörlük unvanına sahip. Isaac ise bambaşka bir şey. Sıradaki James Olds başka biri olsun. Ben daha yüksek bir amaç buldum.

Karımı evde kalmama ikna etmem iyi bir fikirdi. Isaac’in çocukluğu zor geçiyordu ve kendisine yol gösterecek birine ihtiyacı vardı. İlk doğduğu zamanlarda melek gibiydi. Büyüyüp de yürümeye başlayınca çok da öyle olmadığını gösterdi. Yıllarca insan gelişimiyle ilgili çalışmalar yapmam, hatta dersler vermem, beni bu duruma beklediğim kadar iyi hazırlamamıştı. Baba olmaya uygun olup olmadığımı sorguladığım günler oldu, hatta itiraf etmeliyim ki işimi bırakma kararımdan büsbütün pişman olduğum günler de oldu. Bu pişmanlıklar, küçük patlamalar halinde başlayıp, en derin pişmanlıklar olarak devam ettiler, ama durum ortada. Katıksız ve yalın haliyle gerçek şu: Ben mükemmel bir baba değilim, değildim.

Kırılma noktama ulaşınca, yani sinir krizleri, bebek bezleri ve derinlerden gelen o usanma hissi artık dayanılmaz hale geldiğinde, Isaac davranışsal açıdan zor bir evreden geçiyordu. Bu evre yaşadığı büyük bir korkudan sonra, geçirdiği ilk ciddi kazadan sonra başladı. Isaac düşüp de kafasını çok fena çarptığında, annesi dikiş attırmak gerektiğini söyleyip durdu. Düşmenin, beyninde hasara sebep olmuş olabileceğini düşünüyordu. Ben durumun o kadar vahim olduğunu düşünmüyordum. O günden sonra iyi yönde gelişmeler oldu. Oğluma zaten hiç uzun süre kızgın kalamazdım, ama o perişan görüntüsü, morarmış gözleri ona daha yumuşak davranmama sebep oluyordu. Esasen, ufacık bir an bile kaybetme korkusuyla, onu doğru dürüst disiplin etmeyi başaramamıştım.

Şükürler olsun ki, disipline gerek kalmamıştı. İki yaş sendromu tarih olunca, Isaac örnek bir çocuk olmuştu. Sinir krizleri sona ermiş, o asi ve inatçı çocuk her anne babanın hayalini kurduğu gibi uysallaşmıştı. Sebze yemeye, odasını toplamaya ve oyuncaklarını ortadan kaldırmaya başlamış, bir baba olarak benim hayatımı sonsuz bir zevk geçidine dönüştürmüştü. Sabahları gördüğüm ilk şey olan gülümsemesi, her seferinde beni de gülümsetiyordu.

İtiraf etmeliyim ki büyüyüp okula başladıktan sonra değişeceğinden endişeliydim. Karım, hem endişelerimden bıktığından hem de alay etmek için bana “anne tavuk” diyordu. Isaac bir yıl devlet okuluna gittikten sonra, karım beni haklı bulmaya başlamıştı. İyi huylu oğlumuz, önceki yıllarda bizi çok yormuş olan küçük cehenneme dönüş tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ama karımın neden endişelendiğini anlayamıyordum. Sonuçta, eğitimle ilgili azımsanamayacak bir deneyimim vardı ve evde eğitim için bulunmaz hint kumaşıydım. Sanırım, Isaac’i devlet okulundan alırsak duygusal ve sosyal gelişiminin duracağını düşünüyordu.

Durmadı. Tam tersine, evde gördüğü eğitimle, okuldaki eğitime nazaran daha fazla gelişti. Onu sık sık ev öğrencileri gruplarına, sosyal faaliyetlere götürmek için elimden geleni yaptım ve okulda kurduğu arkadaşlıklarını sürdürmesi için ona imkân tanıdım. Burs konusunda da başarı gösterdi. Kısa bir süre sonra Isaac’in yetenekli bir çocuk olduğunu ve okula gitmiş olsa yeteneklerinin boşa gideceğini anlamıştım.

Onun öğrenmekten bu kadar zevk aldığını görmek, eğitmen kalbimi ısıttı. Diğer çocuklar okula zoraki giderken; çizgi filmler, video oyunları ve pervasızca zaman öldürmek için yaşarken, benim oğlum oturup okumayı, aynı bazı çocukların tüm evrenleri keşfetmeyi sevdikleri gibi seviyordu. Sadece anlamsız romanlar ya da uçarı macera kitapları okumuyordu. Tarih, şiir, bilim kitapları da okuyordu. Isaac öğrenmenin kendisini seviyordu. Bir öğrenciden beklediğim her şeye sahipti ve böyle bir öğrencinin, benim kanımdan olmasından duyduğum mutluluğu sözcüklerle anlatamam.

Yıllar geçtikçe, oğlum, tam da istediğim gibi biri olma yolunda ilerliyordu. Asla alkol veya sigara kullanmamış, uyuşturucuya hiç yanaşmamış ve şimdiye kadar neredeyse hiç asilik etmemişti; birkaç kez sokağa çıkma yasağına rağmen dışarıda gezip tozmak istemiş, bir kere de kısa bir süreliğine bizim buralardan bir kızla takılmıştı. Gençlerin azıcık asilik etmesi normal bir şey tabii, ben de oğlumun uyumlu bir ergenlik geçirmesi için gerekli bir bedel olduğundan, bu asilikleri göz ardı ettim. Karım ve ben arkadaşlarımızın bize anlattığı olayları dehşetle dinler ve onlara hak veririr gibi gözükürdük; kendilerine karşı yabancılaşan, hormonları coşmuş ergen çocuklarıyla bağır çağır kavga ediyorlardı. Birçok kez, bir akşam yemeğinden ya da ne için toplanmışsak oradan eve dönerken karım bana dönüp şöyle demiştir: “Çok, çok şanslıyız.”

Isaac üniversite eğitimini planlamaya başladığında, ilk olarak psikoloji okumayı düşündü. Ben biraz… bu fikre isteksiz yaklaştım, o da fark etti. Benim izimden gitmenin bana en iyi şekilde iltifat etmek olacağını düşündüğünü biliyordum, ben de bu iltifatı kabul ettim.  Ama ona, açıkça, psikoloji diplomamın vaktimi çalmış olan anlamsız bir kâğıt parçası olduğunu ve McDonald’s’da çalışmanın bile daha faydalı olacağını söyledim. En azından orada ona birkaç gerçek beceri öğretirlerdi. Oğlum dediklerimi beklenmedik şekilde iyi karşıladı ve kendini bir hevesle fizik bölümünün kollarına attı.

Dünyanın her yerindeki prestijli okullardan bir sürü teklif gelmesine rağmen, karım, oğlumuzun yaşadığımız yerde bir okulu tercih etmesine şaşırmıştı.  Ben de ona bu tercihin mantığını açıkladım. Eğer dünyanın bir ucundaki okullardan birine giderse, çok para harcamasına rağmen, okul işleriyle meşgul olduğundan gittiği yerden zevk alamayacaktı. En iyisi evde kalıp biraz para biriktirmek ve diplomayı alınca hak ettiği bir dünya turuna çıkmaktı.

Benim bölümümü seçmemiş olsa da,  başka her şekilde bana benzemeye devam etti. Parlak bir öğrenciydi, kısa sürede sınıf birincisi oldu ve dört yıl boyunca da öyle kaldı, diğer öğrenciler ihtarlar ve polis raporlarıyla uğraşırken o takdir ve ödül topladı. İlk yılını bitirdiğinde, mezun olması için gereken bölüm kredisinin hepsini tamamlamış ve mevcut seçmeli derslerin çoğunu almıştı.

Belki de sebep buydu. Öğrenmeye duyduğu heves ve karşı konulamaz dürtü sonradan olacakların sebebi olabilir miydi? Umarım öyle değildir. Tanrım, umarım değildir.

Öyle olsa da olmasa da, oğlum bu işi gerçekleştirmek için son sınıfı uygun gördü. Belki de bu daha önceki arzularının devamıydı. Belki, beni daha çok taklit etme isteğiydi. Belki kaderin bir cilvesiydi: güzel bir kızın, seçeceği dersle ilgili yaptığı gibi oğlum da yazı tura atmıştı, yarı yarıya bir ihtimaldi. Anlık bir karardı. Sebep her ne olursa olsun, bu bahar seçmeli psikoloji dersi aldı. Madde bağımlılığıyla ilgili bir ders. Bunu duyduğumda dersi bıraktırmak için artık çok geçti. Tertemiz eğitim sicilini lekelemeye hiç hevesli değildi. Meselenin üzerine gitmedim.  Dersi bırakması için onu tatlı sözlerle kandırmayı, ikna etmeyi denedim elbette. Ama bana bu kadar ısrarcı olmamın sebebini sorunca, diyecek hiçbir şey bulamadım. Sonra da boş verdim.

Yaptığım en büyük hataydı.

Güz döneminin ilk haftalarında dersle ilgili her şeyi öğrenmiştim. Tüm üniversite hayatı boyunca Isaac, annesi ve benimle vakit geçirmekten, okulda yaşadıklarını anlatarak bizi eğlendirmekten ayrı bir mutluluk duyuyordu. Onunla çok gurur duyuyorduk. Özellikle de ben. Fakat Şubat ayında, bir şeyler değişti. İlk önce daha az ve ilgisiz konuşmaya başladı. Kısa bir süre sonra ise konuşmayı büsbütün bıraktı. Geçen ayın başından beri, oğlum, evde durduğu zamanlarda odasından nadiren ayrıldı. Odasından çıktığı zamanlarda ise her konuşmamız garip ve yapmacık bir hâl alıyordu. Aramıza bir duvar örüldü ve ben bunun sebebini anlayamıyordum.

Karım, oğlumuzun son sınıf rehavetine kapıldığını ya da gecikmeli bir ergenliğin getirdiği kırılganlıktan dolayı böyle olduğunu düşünerek bu halini görmezden geldi. Ben bundan emin değildim. Oğlum mükemmel biriydi. Böyle şeyler hissetmezdi. Eğer bahar tatiline kadar devam ederse -ki bu evden uzakta geçireceği ilkbahar tatili olacaktı- onunla konuşuruz diye karımla sözleştik. Karım, oğlumuzu eski haline döndüreceğimizi söyledi. Ben de ona inandım. Gerçekten inandım, sorun ne olursa olsun, üstesinden gelecektim.

Fakat Isaac tatilden hiçbir zaman geri dönmedi. Güneşli güney sahillerinden bize gelen tek şey ümitsiz telefon görüşmeleri, polis raporu, soğuk bir beden ve mühürlü mektuplar oldu. Oğlum intihar etmişti. Karım ve ben bir hafta önce oğlumuzu küçük, özel bir törenle ebedi uykuya bıraktık. Anma konuşmasını yaparken ve kaybettiğimiz şeyi düşünürken gözyaşlarımı tutamadım. Kaybettiğimiz sadece hayatımın ışığı olan oğlum değildi, ileride olabileceği adamı da kaybetmiştik.

Bir sürü gözyaşı döküp acımasızca kendimizi suçladıktan sonra, karım ve ben nihayet oğlumuzun bize son sözlerini taşıyan zarfları açtık. Üzerinde benim adım yazan zarf sadece benim okumam için yazılmıştı, ama mektubu sizin için buraya yazıyorum. Bu sözleri tek başıma kaldıramıyorum.

“Baba,

Seninle ilgili ilk anım mutlu bir anı. Beni sımsıkı tutuyor, rahatlatmaya çalışıyorsun. Ağlamayı bırakıyorum ve bana her şeyin iyi olacağını söylüyorsun. İşte zihnimde senin yerin şöyle: Yardım isteyeceğim, her şeyi yoluna koyacak tek kişi. Ne olursa olsun benim için sağlam durup beni koruyacak tek kişi.

Ben, tıpkı senin gibi olmak istedim. Sen daha iyi olmamı istedin. Bu yüzden beni zorladın sanırım. Saplantılı bir şekilde, yaptığın her şeyin benim iyiliğim için olduğuna inandın, belki de hâlâ inanıyorsun.

Biliyorum, Baba. Bana ne yaptığını biliyorum.

Madde Bağımlılığı dersini bırakmam için beni nasıl ikna etmeye çalıştığını hatırlıyor musun? İlk başlarda, sebebini anlamasam da sorgulamadım. Seni sorgulamak üzere yetiştirmedin beni. Ama artık anlıyorum.

Eroinin beyin üzerindeki etkisini ilk öğrendiğimde, kafam karışmıştı. Çünkü o saf telaş hali, nabzı hızlandıran, “işte bu” dedirten coşku var ya? Bu çok tanıdık geliyordu. Bu sürekli hissettiğim şeydi. Her kitap açışımda, birinci olduğum her sınavda. Dağıttıklarımı topladığımda, çimleri biçtiğimde ya da babamın benden istediklerini yaptığımda, ders kitabımızda yazan, inanılmaz güçlü bir afyon sonrası hissedilen o telaşın tıpkısını hissediyordum.

Kendi doğal tepkilerimi gerçekte olduğundan daha yoğun sandığımı düşündüm, bu yüzden biraz daha araştırdım. Tanıdığım her yeni kişiden, izlediğim her yeni belgeselden sonra düşündüklerimin hayal gücü olmadığına ikna oldum. Güçlü bir doğal ödül sistemine sahip bir tür ucube olduğumu düşündüm. Olabilirdi. Ders çalışmayı ve sağlıklı yemeyi, eroin ve seks kadar tercih eden bir ödül sisteminden mi bahsediyoruz? Siktir oradan…

Muhtemelen küfretmeme şaşırıyorsundur. Ben yazdığıma bile şaşırıyorum, inan bana. Beni böyle yetiştirmedin. Aslında mesele şu ki; beni nasıl yetiştirdiğini umursamamak için çok çabalıyorum.

Belki bedenimde bir anormallik vardır diye tomografi çektirdim. Ne mi buldular? Tümör yoktu. Aşırı gelişmiş hipofiz bezi yoktu. Beynime takılan bir sürü tel dışında olağandışı hiçbir şey yoktu.

Annemi aradım ve küçükken beyin ameliyatı geçirip geçirmediğimi sordum. Çok korkmuştum, ama yanıldığımı düşünmek istedim. Belki bir şey bu tellerin sebebini açıklayabilirdi. Ama annem ameliyat geçirmediğimi söyledi. Tek bir ameliyat bile. Küçükken düştüğümde kafama birkaç dikiş atılmıştı, o kadar. Ama düştüğümde yanımda olduğu için bunu babam daha iyi bilirdi.

Doktor polise gitmemi ya da birkaç test daha yapmaları için kalmamı söyledi. Onlara düşünmem gerektiğini söyledim. Ve düşündüm de. Düşüneli çok bir zaman olmadı ama, kararımı verdim.

Kim olduğumu bilmiyorum.

Tüm hayatım boyunca, bir düğmeye basıyormuşsun meğer. Beynime sinyaller gönderiyor, ne zaman SENİ mutlu eden bir şey yapsam, beni mutlu olduğuma inandırıyormuşsun. Odamı mı temizleyeyim? Hemen! Bulaşıkları mı yıkayayım? Hemen! Ödevimi mi yapayım? HEMEN! Yavaş yavaş, beni mükemmel bir oğul niyetine kurşun bir askere dönüştürmüşsün.

İstediğin gibi olabildim mi, Baba? Bu kahrolasıca şeyi kafama sokan sen, söylesene, umduğun kadar mükemmel olabildim mi? Kim olduğumu bilmiyorum!

Ya da biliyorum. Ben senin kuklanım! Olabileceğim kişiyi sen öldürdün. Olmam gereken kişiyi! Beni öldürdün ve yerine şimdi her ne isem onu koydun! Ben…

Ben sadece…

Hayır. Artık yeter. Tüm hayatım boyunca tek başıma karar verdiğim bir şey oldu mu bilmiyorum. Ama bu hayatı ne zaman bitireceğime kendim karar vereceğim.

Cehennemde yanman dileğiyle.”

İşte şimdi acımı anlayabilirsiniz. Oğlum için çok şey hayal ettim. Reşit olduğunda, istediği her şey olabileceğini tahmin ediyordum. Ama nankör olabileceğini hiç tahmin edememişim.

Sahip olduğu her şey, her başarısı, kaçındığı tüm kötü tercihler var ya? İşte onlar hep benim eserim! Onu tehlikelerden koruyup daha iyi bir yola yönlendirecek birisi vardı.  Ondan tek istediğim olabildiği kadar iyi olmasıydı. Olabildiğinin en iyisi. Tek istediğim onu doğru yöne itmekti.

Günün sonunda, düşününce, aslında en çok istediğim şey ağlamayı kesmesiydi.

Tüm gözyaşlarımın ve eşimin öfkesinin sebebi bu. Sanırım annesine ithafen yazdığı mektupta ona ne yaptığımı söyledi. Karım mektubu yaktı, bu yüzden emin olamıyorum. Okuduktan sonra elinde makasla peşimden geldi, muhtemelen Isaac ona da bir şeyler anlatmıştı.

Şu an alt katta, bodrumda. Çok garip; yazmaya ilk başladığımda onu zar zor duyuyordum ama şimdi feryatlarına katlanamıyorum. Oğlumuzun başına gelen şey yüzünden beni suçluyor, oğlumuzun kendine yaptığı şey yüzünden. Bakış açımı zamanla anlayacak.

Ameliyattan uyandığında, beni affetmeyi öğrenecek.

Not: Hikaye yabancı kaynaklardan alınmıştır. Çeviri, takipçilerimden Tuba Kartal’a aittir.

YouTube kanalıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
Cem’den Dinle YouTube

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: