Yalnız geçirdiğim zamanı faydalı şekilde kullandım. Kaybolan kızların son görüldüğü yerlerin işaretlendiği eski haritayı çıkarttım. Karen Whittaker oda arkadaşına işe, yani yaşadıkları sokağın aşağısındaki striptiz kulübüne gittiğini söylemişti. Karen, iş yeri evine yakın olduğu için her zaman yürürmüş. Onu kaçıran kişi Karen’ın işe gitmek için aldığı yolu kolayca öğrenebilirdi.
Julia Voss, kaybolduğu gece erkek arkadaşıyla bir restoranda buluşmuştu. Onu oldukça sert bir şekilde sorgulamıştık ama adamın suçlanamayacağı aşikârdı. Julia da gece geç saatlerde dışarıda yalnızdı. Muhtemelen kaçıran kişi tarafından ‘’gezintiye’’ çıkarılmadan önce alışveriş yapıyordu. Jamie Calloway daha hava aydınlıkken ortadan kaybolmuştu, en son üniversitede görülmüştü. Çene kemiği daha sonra bir tarlada bulunan Nia Justice, bir arkadaşının doğum günü partisinden çıktıktan sonra kaçırılmıştı. Felicia Smith bir şenlik ateşindeyken arkadaşıyla tartışmış ve sarhoş bir şekilde oradan uzaklaşmıştı. O andan sonra bir daha görülmemişti.
Ve kendisine “Şekerim” diye hitap ettiğim tatlı Patricia… Araştırmaya göre o akşam son kez kendisini ziyaret eden annesi Amber tarafından görülmüştü. Bu bilgiler beni yeni iki kıza götürdü. Denise Lawson, aynı eskiler gibi evden işe doğru yürürken kaçırılmıştı. Tatiana Graves hakkındaki tüm detayları bilmiyordum, ama görünüşe göre kaybolduğu gece eşimle birlikte içki içmişti. Haritayı dikkatle inceledim ve ailemi düşünerek kafamı kurcalayan bir şey keşfettim. Striptiz kulübü, restoran, üniversite, partinin gerçekleştiği daire, şenlik ateşi ve bar, Raven’ın çalıştığı okula beş mil uzaklıktalardı. Sekiz kızdan üçü aynı okuldan mezun olmuştu.
En az ikisinin itibarı çok kötüydü. Striptizci Karen ve erkeklerin ‘’etrafında dolanan’’ Tatiana. Tüm kızların dikkate değer ortak yanı birbirlerine olan benzerlikleriydi. Onları kaçıran kişi her kimse, ya inanılmaz derecede ikna ediciydi ya da yalnız çalışmıyordu. Bu kızların kendilerine garip adamlar tarafından sunulan gezinti tekliflerini kabul etmesi pek olası değildi. Bir kadın daha güvenilir, daha arkadaş canlısı gözükür. Özellikle o kadın, bölgede tanınmış bir öğretmense.
Gizli zulamdan çıkardığım viskiden bir yudum aldım. Yaklaşık sekiz yıldır hiç içmemiştim, en azından eşim böyle düşünüyordu. Arkama yaslanmadan önce iki büyük yudum daha içtim, önümdeki şehir haritasına baktım. Kendimi Hunter’ın günlüğü hakkında düşünürken buldum. Onun karaladığı kelime benim sadece Paticia’ya söylediğim bir kelimeydi. On yıl önce Hunter annesinin çalıştığı liseye gidiyordu. Patricia kaybolduğunda Hunter oldukça gençti. Onun bu ismi bilmesinin hiçbir yolu yoktu, kimsenin bilmesinin yolu yoktu. Sadece ben ve Patricia’nın bildiği bir sırdı bu. Ben ve Patricia… Bizi nereden öğrenmişti?
Ormandaki silah ateşlenmesi neredeyse boynumun kırılmasına neden olacaktı. Onun neden beni doğrudan vurmadığını merak ediyorsunuz değil mi? Bir kazayı açıklamak, ailenin iki üyesinin kaybolmasını açıklamaktan daha kolaydır. Özellikle biri sizin babanızsa. Hunter, benden kurtulmaya çalışmak gibi bir aptallık yaptığında Erik ve diğer polislerin onun peşine düşeceklerini bilirdi. Beni, ağaç eve çıkmak için merdivenleri tırmanırken görmüştü ve bunu lehine kullanmıştı. Peki yangın ne zaman başlamıştı? Ben eve dönmeden önce evi Raven mı yakmıştı? Ben yerde yatarken veya hastanedeyken Hunter annesine haber mi vermişti yoksa Raven eski merdivene tırmanırken yaralandığımdan mı şüphelenmişti? Şu ben düştükten sonra yerde yatan merdiven…
Bir yudum daha aldım ve yüzümü ekşittim. Merdivenden bahsetmişken… kimsenin bir cesedi yukarıya çıkarabilmesine imkan yoktu. Kurban, büyük olasılıkla da Denise Lawson, canlı olarak ağaç eve götürülmüş olmalıydı. Belki de silah zoruyla ağaç eve çıkması emredilmişti. Fakat ne sebeple? Kendimi dişleri düşünürken buldum ve hasta hissettim. Kızları kaçıran kişi muhtemelen onları öldürmeden önce vahşice işkence ediyordu. Erik yanmış ağaç evden sadece bir ceset çıkarmıştı, ama diğer kızlar on yıl önce ölmüştü. Onların katili, şimdi kemiklerden kolayca kurtulabilirdi. Tabii bir de bir parçası dala takılan siyah çöp torbası vardı.
Arka kapı gıcırdadı. “Baba? Hey, ben ve Ell sana eşlik etmeye geldik.”
Cevap vermedim. Bir sonuca varmıştım. Günlük ve albüm… Artık her şey anlam kazanmıştı. Raven’dan şüpheleniyordum ama hayır, şüphelerim başka bir kişi üzerine yoğunlaşmıştı: Oğlum. Şekerim’i benden alan kişi oydu. Patricia ile aramdakileri bir şekilde öğrenmişti.
Hunter kafasını kapıdan uzattı. “Yengeç bacakları getirdim ve…”. Gözleri haritadan viski şişesine kaydı. “Baba…Uzun zaman önce içkiyi bıraktığını sanıyordum.”
Gözlerim sulanıyordu. “Hunt, birlikte yürüyüşe çıkmaya ne dersin, ha? Seninle bir şey hakkında konuşmam gerek.”
Ellie’nin Gabriel’i salonda güldürdüğünü duyabiliyordum. Hunter endişeli görünüyordu ama omuz silkti. “Tamam, baba.” Ona baktım ve silah taşımadığını fark ettim. Ayağa kalkmadan ve ona doğru yürümeden önce şişeden bir yudum daha aldım. Onun sırtını sevgiyle sıvazladım. Onu arka kapıya götürdüm. Ellie, Gabriel ile oynadığı sırada bize baktı. “Her şey yolunda mı?”
‘’Evet, Ellie. Dışarıda biraz yürüyüp geri döneceğiz.’’ dedim ve arkamdaki kapıyı kapattım. Hafif kar yağışı vardı ve hava ayazdı. Oğlumla aramdaki gerilim belli oluyordu, önümüzde hızlı ve küçük adımlarla yürüyen Bay Morris’in varlığı bile bu gerilimi yatıştırmak için yeterli değildi. Bir süre sessizce yürüdük, sonunda ilerlememizi yasaklayan polis işaretlerine geldik. Burada bizden başka kimse yoktu. Birkaç sancılı dakikadan sonra Hunter, konuşmak için cesaretini topladı. “İyi misin, baba?”
‘’Evet, iyiyim evlat. Güzel bir arazimiz var değil mi? Annen ve ben burayı otuz yıl önce almıştık. O zamanlar oldukça kelepirdi. Anneni şu an o zamanlar sevdiğim kadar seviyorum. Onun ve senin için yapamayacağım şey yok. Bunu biliyorsun, değil mi?’’
Hunter yerdeki karlara bakıyordu. ‘’Elbette baba. Konuyu nereye getirmeye çalışıyorsun? Bana bir şey mi söylemek istiyorsun?’’
Şerefsiz. Kendine çok güveniyordu.
“Hayır, Hunt. Sanırım söyleyecek şeyleri olan sensin. Şimdi konuşabilirsin, evlat.” Bir elimi tabancama götürdüm. Hunter bunu gördü ve durdu. Kahverengi gözleri şaşkınlıktan genişçe açıldı, hızlı hızlı nefes almaya başladı.
“Baba… Neden bahsettiğini bilmiyorum. Şu anda neler oluyor?”
Cep telefonum çalmaya başladı. Gözlerimi Hunter’ın üzerinden çekmeden cevapladım. “Ben Dario.”
“Selam, Dario. Ben Erik. Seninle kafa kafaya vermek, dostça konuşmak istiyorum. Lütfen beni pişman etme. Evine üç polis arabası yolladım. Ağaç evdeki kalıntılara ek olarak göletin yanındaki çöp torbasında parçalanmış bir ceset bulduk. Parçalar Tatiana’ya ait… Dario, hepinizi gözaltına almak zorundayız. Raven, Hunter ve Ellie’yi. Soruşturmayı başlatanın sen olduğunu biliyorum ama sen de gelmelisin. Protokolü biliyorsun.”
“Teşekkürler, Erik. Ama çabuk gel. Önümüzdeki birkaç dakika içinde oğlumun beni öldürmeye çalışacağından şüpheleniyorum.”
Telefonu kapattım. Hunter, şimdi etrafımızdaki kar kadar beyaza dönmüştü.
“Ba…baba. Neden böyle bir şey söyledin?”
Omuz silktim. ‘’Stratejik davrandım. Böylece yargıç seni neden vurduğumu sorduğunda meşru müdafaa olduğunu söyleyebilirim.’’
Bay Morris bizden birkaç adım uzakta, boynu eğik şekilde oturuyordu.
“Baba, sen neden bahsediyorsun? Neden beni vuracaksın? Çıldırdın mı? Haydi eve dön-“
“Yaptığını kabul ettiğin sürece seni vurmak zorunda kalmayacağım. İstesem de yapmayacağım. Ona yaptıklarından sonra bile.”
Hunter titriyordu. Titremesinin nedeni soğuk mu yoksa korku mu bilmiyordum. “Anlamıyorum. Kime?”
“Günlüğünü gördüm, Hunt! Şekerim.”
Hunter’ın şoku, yüzünde gün gibi net bir şekilde parladı. Yumruklarını sıktı. “Baba.”
“Bana yalan söyleme, Hunter. Ne olduğunu biliyorsun.”
Hunter yere baktı, gözyaşları akmaya başladı. “Tabi ki biliyorum baba. Her gece arka kapının lanet gıcırdamasını duyarak uyanırdım.” Gözlerimin içine baktı. “Annemin büyükannemi ziyaret etmesini, arkadaşlarıyla birlikte dışarı çıkmasını ya da hafta sonu ikinci işinde çalışmasını bekliyordun. Gizlice onunla buluşmak için annemin etrafta olmaması gerekiyordu çünkü, değil mi? Sokaktaki herhangi bir fahişeyle olsaydın seni affedebilirdim. Ya da her seferinde farklı bir kadınla olsaydın. Dünyadaki herhangi bir kadın olabilirdi ama sen Patricia’yı seçtin. Karının lanet olası yeğenini!”
Elim hala kılıfının içindeki tabancayı kavrıyordu. “Sözlerine dikkat et, evlat! Sana her an seni vurabileceğimi söylemiştim. Patricia’yı ben seçmedim, biz birbirimizi bulduk. Çok kötü durumdaydı, kendi canını almayı bile düşünmüştü. O zamanlar annen benden uzaklaşıyordu; belki işimin uzun saatler sürmesiyle alakalıydı, belki de babasının ölümüyle başa çıkamadığından dolayıydı. Yalnızdım. Patricia bana elini uzattı. Sanırım birbirimizi kurtardık.”
Hunter yüzünde tiksinti dolu bir ifadeyle baktı. “Duymak istemiyorum. O zamanlar yeterince duydum. Yatağım duvara bitişikti. Onun berbat ismini söylediğini hep duyuyordum. Gerçekten seni duymayacağımı düşündün mü? Annemin sizi basmaması bir mucize.”
“Daha da alçalma Hunt! Patricia hakkında düşüncen ne olursa olsun, onu öldürmene gerek yoktu! O kızlardan hiçbirini!”
Bay Morris uzun ve rahatsız edici şekilde uludu. Hunter, şüpheli gözüküyordu.
“Demek tüm bu saçmalığın sebebi bu. Baba, seni seviyorum fakat Patricia ve anneme yaptıklarından dolayı seni asla affetmeyeceğim. Ama cinayet? Saçmalık. Sen beni ne sanıyorsun?”
Silahımı kılıfından hızla çıkardım. “Bana yalan söyleme! Dişleri ve günlüğü gördüm!”
“Ne dişinden bahsediyorsun? Ayrıca sizi görmeme rağmen hakkınızda hiçbir yere bir şey yazmadım! Duymak zaten yeterince kötüydü, neden kelimelere dökeyim ki?”
Raven’ın sesini uzaktan duydum. “Dario? Dario, ne yapıyorsun?”
Onun çığlığı beni bir an için döndürdü. Bu, Hunter’a bana saldırması için yeterli zamanı vermişti. Üzerime atladı ve ikimiz de kendimizi yerde bulduk. Benden daha büyük ve daha güçlüydü. Sadece tek kolla mücadele ediyordum fakat cehennemden bile daha büyük bir öfke beni ele geçirmişti. Oğlum, Şekerim’in canını almıştı. Diğer kızları da sırf ona benziyor diye ortadan kaldırmıştı. Ve her şey benim çatımın altında yaşarken olmuştu. O gerçekten bir psikopattı. Adalet için yanıp tutuşan arzum silahı sıkıca kavramamamı sağlıyordu ancak Hunter onu almakta ısrarcıydı. Aramızda çetin bir mücadele vardı. Aynı eşim gibi çılgına dönen Bay Morris bize doğru koştu.
O sırada silah patladı.
Hunter hala üzerimdeydi. Gözleri aynı benimkiler gibi açılmıştı. Kasığımın etrafında yoğun, sıcak bir ıslaklık hissedebiliyordum. Hunter şok içinde bana baktı, sonra mırıldandı. ”Baba.’’
Annesi çığlık atarken Hunter üzerime düştü. Kendimi yukarı doğru çektim, oğlumun karnındaki kurşun yarasına baktım. Tüm yaşananlara rağmen oğlumun karşımda kan kaybetmesi beni susturmuştu. Silahıma tiksinti içinde baktım ve fırlatıp attım. Sonra, elimi yaranın üstüne bastırdım. “Hunter…oğlum, çok üzgünüm…”
Raven, sonunda bize yaklaşabildi ve oğlumuzun yanında dizlerinin üzerine çöktü. Artık ağzından da kan geliyordu. Bize baktı, vücuduna bir ürperti geldi ve sonra öldü. Bay Morris havlamaya devam etti. Raven ve ben, Barry ve diğer memurlar gelene kadar orada kaldık.
Uzun bir sorgulama süreci başladı. Erik’e, Hunter’ın ağaç evdeki cesedi keşfettikten sonra beni izlemeye başladığını söyledim. Ona dişleri, günlüğü ve fotoğraf albümünü anlattım. Hunter’ın niçin on yıl önce kuzenini öldürmek isteyebileceği sorulduğunda bir korkak gibi davrandığımı itiraf etmeliyim. Kendi günahlarımı anlatamadım. Raven’a Patricia ile ilişkim olduğunu söylemedim. Daha oğlunu yeni kaybetmişti, sırrımı anlatarak yükünü daha da ağırlaştıramazdım. Bunun yerine Erik’e, Hunter’ın kuzenine gösterdiğim ilgiyi kıskanmış olabileceğini, Patricia’nın araba almasına yardım etmekten çekinmediğim halde Hunter’ın okula otobüsle gitmesine göz yumduğum gibi şeyleri anlattım. Erik, ailemin on yıl içinde yaşadığı ikinci kayıptan duyduğu üzüntüyü dile getirdi.
Sorgulama sonrası Raven, Ellie ve ben karakoldan ayrıldık. Hepimiz hiçbir şey hissedemez hale gelmiştik. Raven geceyi, kendini eve dönmeye hazır hissetmeyen Ellie ile bir otelde geçirmeyi teklif etti. Gabriel’i Ellie’nin annesine bıraktık. Daha sonra otele doğru ilerledik. Oraya vardığımızda Raven ve Ellie’ye, Bay Morris’i yalnız bırakamayacağımı, bu yüzden eve dönüp bugün yaşananların sonuçlarını hazmetmeye çalışacağımı söyledim. Benim de kendimle yüzleşmem gerekiyordu.
Ellie bitmiş halde veda edip otel odasına çıktı. Raven ise benimle araçta kaldı. Gözyaşlarını tutamıyordu.
“Dario…Ne diyeceğimi bilmiyorum…Sadece…seni suçlamıyorum. Söylediklerin doğruysa… Ah, Hunter! Keşke sen kendini savunmak zorunda olmasaydın ve o da hala burada olsaydı.”
“Bunun hakkında konuşmayalım artık. Zor olacağını biliyorum ama düşünmemeye çalış. İyi olacağız. Önümüzdeki birkaç ay zor olacak ama başaracağız. Oğlumuzu eskisinden daha az sevme. Kimse mükemmel değildir.”
Raven gözümün içine baktı ve üzgün bir gülümsemeyle “Seni seviyorum.’’ dedi.
Ben de onu sevdiğimi söyleyerek karşılık verdim ve dudaklarına bir öpücük kondurdum. Raven sonrasında kapıyı açıp aşağıya indi. Kar taneleri etrafında süzülüyordu.
“Pekala, dikkatli sür. Yarın görüşürüz, Şekerim.”
Birkaç saniye birbirimize baktık. Ardından Raven arkasını dönüp uzaklaştı. Araçta uzun süre sessizce oturdum. Dünya, gerçekten de berbat bir yer.
SON
Not: Hikaye yabancı kaynaklardan alınmıştır. Çeviri, takipçilerimden Kutay Dolupınar’a aittir.
YouTube kanalıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
Cem’den Dinle YouTube
Bir Cevap Yazın