Duşun içinde kapana kısıldığım kâbuslar görüyorum. Kâbuslarımda gider tıkanmışken su başımdan aşağıya akmaya devam ediyor. Önce ayak bileğime ve belime, sonra da başımın üzerine kadar yükseliyor. Duş perdesi cama dönüşüyor ve çığlıklarım sanki gargara yapıyormuş gibi çıkıyor. Karanlık bir figür, camın diğer tarafına kafasını yaslıyor ve beni izliyor. Yalvarmama rağmen dışarı çıkmama izin vermiyor. Su yutuyorum ve cam tabutumun içinde çaresizce çırpınıyorum.
Sonunda ağzımı kapatmış şekilde uyanıyorum.
Bu kâbusun nereden geldiğini biliyorum. Onu bulmak için derinlere inmeme gerek yok. Her şeyi tetikleyen olay bilinçaltımda uzak yerlerde değil. Bulmak kolay.
Üstesinden gelmekse hiç de kolay değil.
Ben 12 yaşındayken bir yaz günü Hudsonlar sokağın karşısına taşınmıştı. Aile üç kişilikti; fertlerden biri oldukça yaşlı bir kadındı. Küçücüktü ve zayıflıktan neredeyse iskelet gibiydi. İnce beyaz saçları vardı, soluk mavi çiçekli bir elbise giyiyordu. Başı boynundan sarkıyordu ve adam onun derme çatma tekerlekli sandalyesini iterken sallanıyordu. O anda, kadının canlı mı yoksa ölü mü olduğunu anlayamamıştım.
Birkaç dakika sonra, kadın üst kat camlarının birinde gözüktü, tekerlekli sandalyede oturuyordu. Kadın, direkt olarak benim odama bakıyordu; o sırada ben, perdenin arkasından dikkatlice Hudsonların evini gözetliyordum. Sonra başı dik şekilde bana bakmaya başladı. Kafasını oynatmadan dik dik bakıyordu.
Kendimi rahatsız hissettim. Kalın perdemi kapattım.
Kadın pencere önünde oturduğu günler boyunca banliyö yolundaki arabalara ve kendi bahçelerinde koşuşturan çocuklara gözlerini dikip baktı. Ne odasına giren bir kişiyi gördüm ne de onun tekerlekli sandalyesinin hareket ettiğini. Geceleri gergin bir şekilde perdemin arkasından ona bakardım. Onun silueti hala penceredeydi, ışıkları söndürdüğümde bile, hala yatak odamdaki karanlığa bakıyordu. Kimseye söyleyemedim ama onun beni izlediğini biliyordum.
Kısa süre içinde muhitteki arkadaşlarım arasında kadın hakkında hikâyeler yayılmaya başladı. Hikâyeler kadının cadı olması, oyuncak bebek olması veya gerçekten ölü olmasıyla alakalıydı. Ben kadının ölü olmadığından emindim. Evet; penceredeyken hareket etmeyi bırakın, kafasını döndürdüğünü bile görmedim ama beni incelerken gözlerinin hareket ettiğine emindim. Onun beni izlediğini hissedebiliyordum. Odamda yalnız, gecenin köründe perdem kapalıyken bile uyanır ve ürperirdim. Onun gözleri benim üzerimdeydi, bunu biliyordum.
Yerde uyumaya başladım, ne kadar alçakta olursam o kadar iyiydi. Belki yerde yatarsam beni göremezdi.
Aileme sokağın karşısındaki yaşlı kadının beni korkuttuğunu söyledim. Onların Hudsonlar ile konuşup yaşlı kadının penceresiz bir odaya taşınmasını rica etmeleri için yalvardım. Söylediklerime güldüler ve kadının son dönemlerini huzur içinde yaşamasına izin vermemi söylediler. Onların söylediğine göre, kadın sokağı izlerken muhtemelen daha mutlu ve daha genç hissediyordu.
Annem gülerek “Ben yaşlandığımda beni penceresi olmayan bir odaya mı kapatacaksın? Tekerlekli sandalye kullandığımda kız kardeşinin evine taşınmam gerektiğini hatırlat!” dedi.
Bir hafta sonra Hudsonların evinde bir çeşit hengâme yaşandı. Adamın evden koşarak çıkıp kamyonetinin iki kapısını açışını yatak odamın penceresinden izliyordum. Adam eve girdi ve birkaç dakika sonra içeriden yaşlı kadının tekerlekli sandalyesini iterek çıktı. Kadın öncekinden bile zayıf gözüküyordu, ağırlığı 3 kilogram bile olmayabilirdi. Bedeni tekerlekli sandalyede ittirilirken, kafası sağ omzuna doğru savrulmuştu.
Ama gözleri benden hiç ayrılmadı, beni her zaman izledi.
Adam kadını kamyonetine taşıdı, tekerlekli sandalyeyi de katlayıp bagaja koydu. Karısı yolcu koltuğuna otururken adam hızlıca sürücü koltuğuna geçerek gaza bastı.
Bitkin kadının kafası hala bana dönüktü. Kamyonet yola çıkmışken kadının kafası aşağı yukarı sallandı. Yüzüne dikkatlice baktım, ifadesiz ve duygusuzdu. Dili hafifçe ağzının sağ tarafına düşmüştü ama gözleri hala benim üzerimdeydi.
Kamyonet hızlanarak sokaktan ayrıldı.
Öğleden sonra, ailem diğer komşulardan haber aldı; yaşlı kadının durumu kötüye gitmiş ve Hudsonlar onu bir tür eve götürmüşlerdi. O bir daha geri dönmeyecekti. Odama çıktım, sokağın karşısına bakıp gülümsedim. Onun önünde oturduğu pencere sonunda boştu.
Sonraki gün Hudsonlar geri dönmedi. O gece yaşlı kadının penceresine göz attım. Yatak odasında kimse olmamasına rağmen ışıklar yanıyordu. Babama bunu garip bulduğumu söylediğimi hatırlıyorum. O ise omuz silkip ‘’ Odada zaman ayarlı bir lamba ya da onun gibi bir şey olmalı.’’ dedi.
Gecenin ortasında uyanıp odamın penceresinden gergince dışarıya baktım. Kadının yatak odasının ışığı hala açıktı. Işık aniden titreyince pencere çerçevemin altına eğildim. Yavaşça başımı kaldırıp baktım; küçücük, iskeletimsi silueti görmeyi bekliyordum. Pencereyi on dakika gözlerimi zorla açık tutarak izledim. Işık yine aniden titredi ve tamamen kapandı.
Yastığımı sıkıca tutarak yine yerde uyudum.
Sonraki akşam geç saatte beysbol antrenmanından döndüm. Eve vardığımda kimsenin olmadığını fark ettim. Ailem, küçük kız kardeşimin softbol maçını izlemeye gitmişti. Duşa girdim.
Duş alırken, yaklaşık üç dakika sonra üşüdüm. Sıcak buhar bir şekilde banyodan kaçıyordu ama bu mantıklı değildi çünkü kapıyı kapatmıştım. Gözümü şampuandan temizledim, başımı çevirdim ve kâbuslarımda yıllardır yakamı bırakmayan o garip sesi duydum. Duş perdesinin metal halkaları sürükleniyordu. Biri perdeyi yavaşça açıyordu.
Gözlerime giren şampuan onları yakarken perdenin arkasında bana bakan siyah bir figür gördüm. Uzun, soluk, kemikli parmaklar perdeyi kavrayıp yavaşça açıyordu. Ben içgüdüsel olarak arkamı döndüm, o sırada perde tamamen açılmıştı.
Yaşlı kadın arkamda dikiliyordu. Ona bir, belki iki saniye bakmış olmalıydım fakat o an sanki zaman durmuştu. Bunca yıl sonra bile önümdeki korkunç görüntünün ayrıntılı resmini çizebilirim. Çırılçıplak, darmadağınık beyaz saçlı, gözleri deli deli bakan, gergin cildinin altından kemikler çıkan bir kadın. Lekeli bir cildi vardı, vücudunun her yerinde siğiller görülüyordu, sıska göğüsleri beline asılıydı.
Garip bir şekilde gülümsedi. Aniden duşun fayansını sırtımda hissettim ve sıcak su yüzüme vurdu. Diğer yandan, yaşlı kadın elinde bir mektup açacağı tutuyordu.
Kadın mırıldandı. ‘’August, August, August.’’
Korkuyla kadının üstünden atladım, küçük bedenini yere düşürdüm. Çıplak ve sırılsıklamken aşağı kata koştum. Panik halindeyken nasıl olduysa çıplak olduğumu hatırladım ve çamaşır odasından kendime pantolon aldım. Sokağa çıkıp koşa koşa arkadaşımın evine gittim.
Polis eve geldiğinde banyoda yaşlı kadını buldular. Duştan hala su akıyordu. Polisler bana karşı çok iyiydi ve cesaretime hayran kaldılar. Onlara yaşlı kadının bana ‘’August’’ dediğini söyledim ve eğer anlamını biliyorlarsa söylemelerini istedim.
Polislerden biri omuz silkerken ‘’Birkaç gün sonra Ağustos olacak’’ dedi. ‘’Yaşlıları ve delileri hiçbir zaman tamamen anlayamazsın evlat.’’
Hudsonlar eşyalarını almak için sokağımıza sadece bir kez daha geldi ve eve satılık tabelası astılar. Annem onların yaşananlardan sonra hiçbir komşu ile karşılaşamayacağını söyledi. Görünüşe göre yaşlı kadını –adamın annesi- şehir dışındaki özel bir bakımevine götürmüşlerdi. Nasıl olduysa bir şekilde, kadın evden kaçıp otobüs ile mahallemize gelmeyi başarmıştı. Bu bana hiç mantıklı gelmedi. Kadın çok yaşlı, çok zayıf ve çok çaresizdi. O evde yaşadığı haftalar boyunca zorlukla hareket ettirilebiliyordu. Kendi başına yüzlerce kilometre kat etmeyi nasıl başarmıştı?
Neyse, bu olayın beni nasıl etkilediğini hayal edebilirsiniz. Bu sebeple yirmi yıl boyunca duş almadım. Hızlıca perdesiz küvete girip kısa süren banyolar yaptım. Ama o sahneyi aynı şekilde canlandıracak kapalı perdeye sahip, kafanızdan aşağıya sular akan bir duş, asla. Duşta kendi kafanızın içinde kaybolursunuz. Düşüncelerden arınır ve tamamen güvende hissedersiniz. Burası sizin özel, puslu krallığınızdır.
Ancak duşu tehlikeli yapan da budur- etrafınız çevrili, savunmasız ve çıplaksınızdır.
Orada her daim korunmasızsınız.
İnsanlarla bunun hakkında konuştum. Ailem, psikiyatristler ve birkaç özel kişi daha. Fakat genelde bu olayı bir daha bulamayacağım yerlere itmeye çalıştım. Çocukluğumdan beri hayatıma yeni giren kişilere bu konuyu hiç açmadım. Hayat devam ediyordu. Duşlar dışında her şey gayet normaldi.
Birkaç ay önce içimi bir his kapladı. Olayı yeniden inceleme dürtüsü hissettim, kafamdaki ses bunu yapmamı söylüyordu. Aklım ise kötü günleri geride bırakmak istiyordu.
Bir gece, Hudsonlar ve yaşlı kadın ile alakalı bilgi bulmak için internette saatlerimi harcadım. Sonunda aradığımı buldum- yaşlı kadın için bir ölüm ilanı. Dört yıl önce ölmüştü. Her nasılsa bu yürüyen iskelet 16 yıl daha hayatta kalmayı başarmıştı. Ölüm ilanındaki fotoğraf, o daha genç bir kadınken çekilmiş siyah beyaz bir fotoğraftı. Onun ve vefat etmiş kocasının düğününden bir fotoğraf.
Kocasının adı August’tu.
Ve o, aynı benim gibi görünüyordu.
Tarayıcıyı kapattım ve bilgisayar masaüstüne 10 dakika boyunca baktım. Bu benzerlik çok garipti ancak insan insana benzerdi. Olaylar sonunda biraz olsun mantığa kavuşmuştu. Bana neden August dediği, neden bana bakmakta takıntılı olduğu anlaşılmıştı. Belki de eşine mektup yazmaya alışıktı. Bu da o gece niçin elinde sıkıca mektup açacağı tuttuğunu açıklıyordu.
Küçük bir an için kendimi biraz daha iyi hissettim. Bazı şeyler anlam kazanınca daha iyi hissedersiniz.
O sırada eşim bana seslendi “Hayatım, her şey yolunda mı?”
Cevap verdim. “Evet, sanırım.”
O gece yıllar sonra ilk kez duş aldım. Duş perdesinin metal halkaları sürüklenmeye başlayınca korkmadım bile. Eşim gelmişti. Ama o, bana sıcak suyun altında sarıldığında bir soru kafama takıldı.
Haydi beni anladım da, düğün fotoğrafındaki genç kadın nasıl oluyor da tamamen eşim gibi gözüküyordu?
Not: Hikaye yabancı kaynaklardan alınmıştır. Çeviri, takipçilerimden Kutay Dolupınar’a aittir.
YouTube kanalıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
Cem’den Dinle YouTube
Bir Cevap Yazın